Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulmasında önemli rol üstlenen
Müslümanlar tam 100 yıldır görmezden geliniyor ve şiddetli şekilde inkar ediliyor...
Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamı neden gizleniyor?
1917 yılında Rusya Çarlığında
gerçekleşen sosyalist ihtilal tüm dünyada ‘Ekim Devrimi’ olarak bilinir.
Bölge Bolşevikleri tarafından organize edilen sosyalist ihtilal, Jülyen takvimine
göre Ekim ayında gerçekleştiğinden adı ‘Ekim Devrimi’ olarak hafızalara
kazınmıştır. Tüm dünyanın kullandığı ve günümüzde dahi esas takvim olan Miladi’ye
göre, ‘Bolşevik Devrim’, yani ‘Ekim Devrimi’ Kasım ayına denk
düşmektedir. Rusya’da sosyalizme kadar Jülyen takvimi kullanılmıştır. Ardından
Miladi’ye geçilmiştir. Yine dönemin Rusya’sında, Çarlık rejimi Jülyen’i
dayatırken, bölge Müslümanları Hicri takvimden asla vazgeçmemiştir.
Devrimden
sonra Rusya’da, ne Hicri kalır, ne de Jülyen. Hicri takvimi Müslümanlar
hâlâ kullanır, zaten kullanılması da şarttır dini vecibelerimiz gereği.
Jülyen
takvimine dönersek, M.Ö. 100 – 44 yılları arasında hüküm süren Roma
İmparatoru Jül Sezar tarafından icat edildi. Sezar tarafından, kendine
özgü ve Miladi’nin karmaşık haline getirilen Jülyen takviminin bir
değişik versiyonu da Bizans İmparatorluğu tarafından kullanıldı. Bizans veya
Ortodoks takvimi olarak bilinen bu takvim, 1453 yılında İstanbul’un fethinin
ardından son buldu.
Kendini
Bizans’ın mirasçısı ve Hristiyanların savunucusu gibi gören Rusya Çarlığı
tarafından 1700 yılına kadar kullanılan Bizans takvimi, Balkanlarda da
büyük ölçüde kullanıldı. Jülyen ile Bizans takviminin aralarındaki fark yılbaşı
gününün ayrı tarihlerde olmasıdır. Bizans yani Ortodoks takviminde yıl, bir
süre 1 Eylül ile başladı, nedenine gelince, Bizanslılar o dönem, Hazreti
İsa’nın doğum gününü bu tarih olarak belirlemişti. Daha sonra Hazreti
İsa’nın doğum tarihini 21 Mart yaptılar. Daha çok Rum Ortodoks
Kilisesi ile Rus Ortodoks Kilisesi tarafından kullanılan Jülyen
takvimi günümüzde hâlâ Rusya’da çeşitli kiliseler tarafından
kullanılmaktadır.
Jülyen
ve Bizans takviminin detayı dipsiz bir kuyudur. Önce, Katolik ve Ortodoks
çatışması yani mezhep kavgası karşımıza çıkar. Avrupa’da ve Rusya’da bir
zamanlar Katolikler için adeta sürek avı düzenlenmekteydi ve hunharca
katlediliyordu. Batı dünyasında Jülyen – Bizans takvimi esaslı hiçbir hadise
kayıtlarda yoktur, gündeme gelmez, buna İstanbul’un fethi de dahil. Fakat,
Rusya’daki Ekim Devrimi her nedense Jülyen takvimine göre anılır. Tarihi
kayıtlara bu şekilde geçen Ekim Devrimi üzerinden “Bizans ruhu” diri
tutulmaktadır da diyebiliriz.
Müslüman
Sosyalistleri
Komitesi
Ekim
Devrimi’nin gerçekleşmesinden aylar önce, bölge Müslümanları sosyalist kimlik
üzerinden bir çıkış yolu aramaktaydı. İkinci sınıf vatandaş muamelesi gören
Müslümanlar adına Molla Nur Vahidov tarafından, günümüzde Rusya
Federasyonu’na bağlı olarak Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da
siyasal örgütlenmenin temeli atıldı. Vahidov’un önderliğindeki 1917’nin Nisan
ayında gerçekleşen oluşumun adı Müslüman Sosyalistleri Komitesi’dir.
Kısa adı MUSKOM olan bu komitenin ismi konusunda grup içesinde hayli
tartışmalar ve fikir ayrılıkları da yaşanır. Vahidov’un arkadaşları ısrarla
komitenin adının “Tatar Sosyalistleri” olmasından yanadır. Vahidov
şiddetle karşı çıkar bu isme ve ısrarla komitede “Müslüman” kelimesinin
geçmesinden yanadır. Molla Nur Vahidov’un isteği olur. Oluşumun adı Müslüman
Sosyalistleri Komitesi olur. Vahidov’a göre, yok sayılan, aşağılanan ve ezilen
Müslümanların kurtuluş hareketi Kazan’dan başlamalıydı. Komitenin sekreteri
İbrahim Koliyev isim konusundan ve Vahidov’dan şöyle bahseder;
“Biz
ne kadar komitenin Tatarlar arasında çalışması gerektiğini ve ancak o ölçekte
iş yapabileceğini söylesek de, O kendi sözünden bir adım geri gitmedi. Tersine,
bu komitenin bütün İslâm aleminde kurulacak komitelerle birlikte çalışması ve
sadece Tatarlar arasında değil, belki bütün İslam dünyasında sosyalizm fikrini
yaymaya çalışması gerektiği düşüncesinde ısrar etti. Bizde, sonunda ona
katıldık ve ‘Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ ismiyle işe başladık.”[1]
Ümmetçilik
Vahidov’un düşüncesinin merkezindedir. Ulusal kurtuluş değildi düşüncesi, öyle
olsaydı eğer zaten “Tatar Sosyalistleri” ismini pekala kabul edecekti. Hedefi,
Rusya Müslümanları başta olmak üzere tüm dünya Müslümanlarını, Doğu’nun mazlum
halklarını hak ettikleri mevkide yaşatmaktı. Vahidov’un derdi ümmetti,
İslam’dı. Sovyet devrimi sonrası yaşamını Türkiye’de sürdüren Abdullah Battal
Taymas hatıralarında Vahidov’dan şöyle bahseder; “Kazan’da Mollanur Vahidov
adlı birisi, Müslüman işçileri adına sosyal demokrat teşkilatı kurmuş ve Kızıl
Bayrak isimli gazete çıkarmaya başlamıştı.”[2]
Şimdi
burada, akıllara şu sentez de gelmekte; “İslam” ve “sosyalizm”, ne
alaka değil mi? O dönemin sosyalistlerini, günümüzdeki sosyalistlerle bir
tutmamak gerekiyor. Sadece Rusya, Kazan Müslümanları değil, aynı dönem yine Rusya’da,
Osmanlı’da; Selanik’te, İstanbul’da ve Anadolu’da, Yahudiler,
Rumlar ve Ermeniler fikirlerinin içinde “sosyalist” kelimesi geçen
ırkçı ve faşist oluşumlar kurmuşlardır. Bunlardan bazıları şöyle; Yahudi
Sosyalist Selânik İşçi Federasyonu, Hınçak Sosyal Demokrat Partisi, Osmanlı Sosyalist
Fırkası, Türkiye Rum Sosyalist Merkezi, Makedonya İç Devrimci Örgütü,
Daşnaksutyun Ermeni Örgütü. “Komün” taraftarı Türkler de var.
Bunlardan biri, Anadolu’dan Rusya’ya geçen ve orada Türkiye Komünist Partisi’ni
kuran Mustafa Suphi’dir. 1883 Giresun doğumlu ve 28 Ocak 1921
yılında arkadaşlarıyla birlikte hunharca katledilen, cesedi Karadeniz’e atılan
Mustafa Suphi ve arkadaşlarını yukarıda örnekler verdiğim örgütlerin düşünce
yapısından ayrı tutmak gerekiyor. Mustafa Suphi panislamisttir. Suphi’ye
alternatif olarak, o dönem Anadolu’da sipariş üzerine kurulan diğer komünist
partiyi de hatırlatmak isterim.
1890’lardan
itibaren etnik ve dini kurtuluş yolu arayan birçok oluşum, “sosyalist”
kelimesini kullanmıştır fakat uyguladıkları meçhuldür.
Müslüman
Sosyalistleri Komitesi’nin
başkanlığına Molla Nur Vahidov seçilirken, yardımcılık görevine bir bayan
getirilir. Adı; Emine Muhiddinova’dır. Her ikisi de komite sekreteri
Koliyev gibi Tatar Türklerindendir.
Muhiddinova, Müslüman Sosyalistleri
Komitesi’ni anlatıyor;“Müslüman proletaryasını, Tatar proletaryasını
Doğu’daki devrimci askerin öncü partisi yaparak, Doğu’nun bütün mazlum
halklarını Avrupa kapitalizminin boğuşlarından azad etmek.”[3]
Ekim
sonrası Sovyetleşme sürecine büyük ölçüde katkı sunan, Lenin ve Stalin’den
sonra ilk gelen isim olan Sultan Galiyev, Molla Nur Vahidov ile
1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında gerçekleşen “Tüm Rusya Müslümanları
Kongresi”nde tanışır. Moskova’da bir okul binasında gerçekleşen kongreye
450 delege davet edilir. Katılım oranı yüksek olur. Delege sayısı 980’e çıkar.
Ve bir ilk de yaşanır; kongreye 112 kadın delegede katılır. Müslüman tarihinde
ilk defa bu sayıda kadınlar ilgi gösterir bir kongreye. Moskova’daki bu
kongre sonrası Müslüman Sosyalistleri
Komitesi’ne katılan Sultan Galiyev burada kritik görevler üstlenir.
Komitenin büyümesi adına önemli propaganda çalışmaları yapar. 1918 yılında
Vahidov’un öldürülmesinin ardından MUSKOM’u yöneten Galiyev liderini
hiçbir zaman unutmaz. Vahidov’un davasını olduğu gibi sürdürür.
Ekim
devrimi süreci
1917
yılının sonbaharında, 7 Kasım’da Petrograd ve Kazan’da
Ekim Devrimi kendini gösterir. Çoğunluğu Rus olan işçi, köylü ve düşük
rütbeli askerlerden oluşan silahlı Bolşevikler bu iki şehrin yanı sıra ülke
genelinde yönetime el koymaya başlar. Çar’ın idaresindeki Rus ordusunda görevli
bulunan subayların Bolşevik tarafına geçmesi istenir. Taraf değiştirmeyen
subaylar Bolşevikler tarafından tutuklanırken, kimileri de infaz edilir. Artık
saflarda net olarak belirlenir; Beyazlar ve Kızıllar. Çar ve
Geçici Hükümet yanlısı tek askeri güç Beyazordu’dur. Rusya genelinde
Bolşevikler tarafından yerel hükümetler kurulur. Bu yerel yönetimlerin üyeleri
belirgin şekilde Rus halkındandır.
Sultan
Galiyev 1917’deki Bolşeviklerin darbesine Kazan’da şahitlik eder. Ülkedeki
rejim değişikliğinin ilk günlerinde çoğu Müslüman gibi Galiyev’de fazla aktif
değildir.[4]
Rusya’daki
bu devrim alt sınıfın tetiklemesiyle başlamıştır. Birçok bölgede işçi sınıfıyla
düşük rütbeli askerlerin birlikte hareketiyle kendini gösteren Ekim Devrimi,
Kazan’da da yine düşük rütbeli askerlerin yönetime el koymasıyla tetiklenir. Kazan
Askeri Garnizonu’nda görevli Rus astsubaylar tarafından, er düzeyindeki
askerlere verilen emirler doğrultusunda yüksek rütbeli subaylar tutuklanır.
Küçük bir karmaşadan sonra Bolşevik yanlısı sivil Ruslar garnizondaki
astsubaylar tarafından silahlandırılır. Bu esnada da Kazan Müslümanları yaşanan
hadiseyi kavramaya çalışmaktadır. Bir gün içerisinde gerçekleşen Bolşevik
yanlısı askeri harekatın yanında Rus milisler de yer alır. Hadiselerin ertesi
gününde artık her şey bitmiştir, Rusya’yı o esnada yönetmeye çalışan Çar
yanlısı “Geçici Hükümet”in az sayıdaki taraftarları Bolşevikler
tarafından teslim alınır. Rusya’nın bütün bölgelerinde olduğu gibi Kazan’ın
yönetimini de Rus Bolşevikler üstlenir. Bir süre sonra, Kazan’daki barut
fabrikasında çalışan yaklaşık 300 kadar Müslüman işçi, Bolşeviklere, kızıl
muhafızlara katılır. Bu katılım, Müslümanların Kızıllara ilk yüksek sayıdaki
katılımıdır.
Bolşeviklerden
Müslümanlara
çağrı
8
Kasım 1917
tarihinde Sovyetler Kongresi gerçekleşir. Kongrede “Barış
Kararnamesi” kabul edildi. Bu kararnameye göre, emperyalist savaşlara karşı
ve ilhaklar ile tazminatların olmadığı bir barış uğruna savaş ilan edilmiş
olup; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı benimsenir.[5]
Ardından Bolşeviklerin lideri Lenin tarafından Müslümanlara çağrı yapılır.
1917’de Aralık ayının ilk günlerinde, Rusya basınında yer alan Lenin’in
çağrısını, İstanbul’da yayınlanan dönemin gazetelerinden Vakit 2 Ocak
1918’de sütunlarına taşır;
“…Ey
Rusya Müslümanları! Ey Volga ve Kırım Tatarları. Ey Sibirya ve Türkistan
Kırgızları… Ey Kafkasya Tatar Türkleri ve Ey Kafkasya Çeçenleri. Bu saniyeden
itibaren sizin dünyalarınız milli ve harsî (kültürel) müesseseleriniz her türlü
müdahale ve taarruzdan beridir. Milli hayatınızı serbestçe tanzim ediniz. Size
bu hakkı veriyoruz. Biliniz ki sizin ve Rusya’nın diğer milletlerinin hukukunu
ihtilalin bütün kuvveti himaye edecektir. Siz de ihtilale ve onun salâhiyettar
hükümeti olan hükümet-i hâzıraya yardım ediniz. Ey Şark Müslümanları! Ey
Türkler İranlılar Araplar ve Hintliler, Avrupa asırlardan beri sizin canınızı,
malınızı, hürriyetinizi ve vatanınızı bir ticaret metaı diye telakki ediyordu.
Bu harbe ibtidâ eden haydutlar sizin memleketinizi taksim etmek istiyorlardı.
Size beyan ederiz ki sâbık Çar tarafından İstanbul’un zaptına dair tanzim ve
ahiren bertaraf ettiğimiz Kerenski tarafından teyid edilen hâfî muahedeler
hükümden ıskat edilmiştir… Size şurasını da beyan ederiz ki Türkiye’nin
mukassemesine ve Vilayeti Şarkiye’nin kendisinden ayrılmasına dair olan hafi
muahede yırtılmıştır ve yok hükmündedir.
…Hind Müslümanları bile şimdiye kadar
kanlarını içen İngilizlere karşı ayaklanmışlardır. Kaybedecek zamanımız
yoktur. Siz kendiniz memleketinizin hâkimi ve efendisi olmalısınız.
Mukadderatınızı kendi ellerinize almalısınız. Biz demokratça bir sulhe doğru
kati ve azimkârane bir suretle ilerliyoruz. Bayraklarımızda her şeyden evvel
cihanın milel-i mahkûmesini kurtarmak yazılıdır. Rusya Müslümanları, sizden
muavenet bekliyoruz. Şark Müslümanları! Sizden de muhabbet ve teveccüh
bekliyoruz.”[6]
Bolşeviklerin
daha doğrusu Lenin’in bu sözlerine inanan binlerce Müslüman devrimde Kızıllar
tarafında yer alır. Rusların oluşturduğu Kızılordu’ya katılmazlar.
Aksine kendi birliklerini kurarlar; Müslüman Kızılordu.
Lenin
ve ekibi biliyordu, Müslümanlar olmadan Sovyet devriminin
gerçekleşemeyeceğini. Zira, aynı dönem Rusya Müslümanları da en başında da
belirttiğimiz gibi çıkış yolu aramaktaydı. Müslümanlar, bağımsız bir İslam
ülkesi hayali ile Bolşeviklerin yanında Beyazlara, Çarlığa karşı savaşmış, yeni
rejimin temelini atmışlardır.
Bolşevik
saflarda
Nakşibendi
tarikatı
Sosyalist
Müslümanlar, Sultan Galiyev ve Molla Nur Vahidov’un liderliğinde küçük gruplar
halinde Ekim Devrimi sürecinde yer alırken, bir kısım Müslümanlarda bu uğurda
tarihe not düşerler. Bunlar Nakşibendi tarikatının muhalif bir kanadını
oluşturan, Kazan bölgesinde oldukça etkin olan, Veysiciler adıyla da
bilinen Vaizitler’di.
1860’lı yıllarda kurulan Bahaattin
Vaizov tarafından kurulan bu tarikat, bölgedeki Nakşilerin muhalif
kanadını oluşturmaktaydı. Veyselciler olarak ta anılan bu tarikatın tüm
mensupları küçük esnaflardı. Ekim Devrimi’ne örgütlü olarak katılan tek
Müslüman grup olan Veysiciler çok tutucu olmalarıyla da bilinmekte.[7]
İnançlarını gerekçe göstererek “Geçici Hükümet”i tanımayı reddeden bu tarikat
ilginç bir şekilde Bolşeviklerin tarafında yer alarak devrimin gerçekleşmesine
katkı sundular.
Veysiciler,
kendilerinden olmayan Müslümanları dışlarken, bunları da sapkın olarak
değerlendirmekteydi. Bu tarikattan olmayan Müslümanlarda Veysicilere iyi gözle
bakmamaktaydı. Aralarında uçurum ve nefret duyguları hakimdi. Tarikatın dünya
görüşünde, Tolstoy sosyalizminin de yer aldığı karma bir fikir de yer
almaktaydı.
O
dönem Veysicilere göre, Rus Bolşevikler, “Rus kafirler”in
yönetimini kabul eden Müslümanlardan daha iyi idi. Yine Rus Bolşeviklerin önemli
bir bölümü ateistti.[8]
Sosyalist
devrimin gerçekleşmesi uğruna, bütün oluşumları yanlarına çeken Bolşevikler,
Veysicilerden oluşan “Allah’ın Alayı”nı, Ekim Devrimi öncesi Eylül
ayında silahlandırarak kendi hesaplarına savaşmalarını sağladılar. İşçi sınıfı
adına devrim gerçekleştirmeyi planlayan Rus sosyalistlerin, bu tuhaf
işbirliğinde üyeleri küçük esnaf olan, radikal Müslüman bir tarikatla beraber
olması hayli düşündürücüdür. İki kuşak süren tarikatın kurucusu Bahaattin
Vaizov Ruslar tarafından tutuklanarak psikiyatri hastanesine yatırıldı.
Tarikatın lideri burada ölürken, yerine de oğlu İran Vaizov geçti.
Babasından
daha radikal olan İran Vaizov birkaç defa Ruslar tarafından tutuklanıp serbest
bırakıldı. 1917’ye gelindiğinde ise artık Bolşeviklerin yanındadır.
Bolşeviklerin bu tarikatla olan işbirliğini yıllar sonra Sovyet tarihçileri
anlatmakta hayli zorlanır. Geçerli bir açıklama yapamaz tarihçiler.[9]
Düşünün
ki; devrimci proletarya ve cihat adına yola çıktıklarını savunan
İslami bir örgüt yan yana.
1930
yılında, Tatar tarihçisi Saceddin bu tarikatla ilgili şu yorumu
yapar;
“Elbette,
Allah’ın Alayı Bolşevikler tarafından silahlandırılmıştı. Örgütsel açıdan bu
karar elbette haklı idi. Fakat ideolojik açıdan bu önlem tehlikeli idi. Bu, din
ile komünizmi bağdaştırmanın olanaklı olabileceği yanılsamasını yaratabilir ve
Sovyet iktidarı ile mistik tarikatlar arasında benzerlik olduğu sanısını
yaratabilirdi.”[10]
Sultan
Galiyev’le
hiçbir bağı olmayan bu tarikatın Bolşeviklerin yanında yer alması, İslami
Sosyalizm düşüncesinin oluşmasında itici güç olup olmadığı da meçhuldür.
Devrimde
Müslümanlar görmezden gelindi
Sultan
Galiyev, Kazan Müslümanlarının Ekim’de fazla yer almayışlarının ezikliği
içerisindedir. Galiyev, devrimden dört yıl sonra, 1921 yılında yazdığı “Tatarlar
ve Ekim Devrimi” başlıklı makalesinde Ekim Devrimi’ndeki Tatar Müslümanları
anlatır;
“Ekim
Devrimi’nin dördüncü yılında Tatar halkının bu devrime katılmanın bilançosuna
göz atacak olursak, itiraf etmek zorunda kalırız ki; emekçi yığınları ve Tatar
toplumunun yoksul tabakaları devrime hiçbir katkıda bulunmamıştır.”[11]
Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulması sonrası, Müslümanların
Ekim Devrimi’nde fazla yer almayışları hep yüzlerine vuruldu. Müslümanların bu
hali, dönemin Sovyet tarihçileri tarafından çarpıtılarak, Ekim’de
olmayışlarının 100 yıl kadar konuşulması sağlandı. Ekim Devrim sonrası, ümmet
bilinciyle Kızılordu saflarında savaşan Müslümanları kimse anlatmak
istemedi. Müslümanlar, devrimin ilk günlerinde yaşanılanları, Rusların
birbiriyle olan kavgası gibi görüp tarafsız kalmıştır. Müslümanların tarafsız
kalmasını Bolşevik yanlısı olarak ta algılayabiliriz. Çoğu Müslüman,
Bolşevik’in, sosyalizmin ne olduğunu dahi bilmeden, İslam ülkesi hayalleri ile
ölümüne savaştı. Özgürce dinlerini yaşayacaklardı. Lenin’in çağrısı ve
Sultan Galiyev’in gayretleriyle Bolşevik saflarda yer alan Müslümanlar,
devrimin tamamlanmasının ardından verilen vaatlerin yerine getirilmesini
istedi. Ne yazık vaatlerin hiç biri yerine getirilmedi. Önce Lenin oyaladı
Müslümanları. Sonra Lenin ölünce Müslümanların ülke hayali suya düştü.
Sovyetleri yönetmeye Stalin başladı. Basın yoluyla, edebiyat yoluyla haklarını
isteyen Müslümanlar, Stalin’in emri ve planlarıyla tek tek yok edildi.
Öncelikle Müslüman Kızılordu’nun önde gelenlerini katlettiler. 1918 –
1923 yılları arasında aktif olarak Sovyet devriminde yer alan Sultan Galiyev ve
birçok aydın Müslüman vatana ihanet suçlamasıyla önce yalnızlaştırıldı, hapse
atıldı, ardından infaz edildi. Bu kıyım 1938’lere kadar sürdü. Çoğunun mezarı
dahi bulunamadı. Sovyetlerin yıkılmasının ardından katledilen bu insanların
mezarlarına ulaşılmaya çalışılsa da nafile, fazla bir sonuç elde edilemedi.
60’larda, 70’lerde kendini Türkiye’de de göstermeye başlayan Sovyet
eksenli sosyalist düşüncede, bağımsızlık ve İslam ülkesi adına canlarını veren
Bolşevik Müslümanlardan hiçbir zaman bahsedilmedi. Ekim Devrimi gerçekleşmeden
önce, Çarlık Rusya Erzurum’a kadar işgal etmiş, İstanbul boğazını ele
geçirmenin hesabını yapıyordu. Yıllarca kimi kesim şu yalanı söyleyip durdu; “Sovyetler,
Lenin ve Stalin Türkiye’ye iyilik etmiştir, faydası dokunmuştur. Çarlık
ordusu Anadolu’yu işgal etmişti. Sosyalizm gelince buraları terk ettiler.”
Doğrudur,
sosyalizm gelince terk ettiler ama neden? Bu sorunun doğru cevabını yıllarca
gizlediler, çarpıttılar. Bolşevik saflarda yer alan Müslümanların
gayretleriyle, Rus ordusu Anadolu’dan çekilmiş, İstanbul boğazını ele
geçirme planı askıya alınmıştır. Stalin makamını sağlamlaştırdıktan
hemen sonra ölünceye kadar İstanbul boğazında ve Kars bölgesi üzerinde
hak iddia etmiş, ısrarla istemiştir.
Bölge
Müslümanları hakkında bir diğer bilinmeyen ise, Bolşevikler eliyle Taşnaksütyun
çetesi tarafından Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamıdır!
[1]Koliyev, İbrahim. Doğu’nun Büyük
Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırlayan: Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:73-74, Alıntılayan:
Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı,
Haziran 2010, S:217
[2]Taymas, Abdullah Battal. Kazan
Türkleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1.Baskı, 1966,
S: 187
[3]Muhiddinova, Emine. “Şubat İhtilali
Döneminde Mollanur”, Doğu’nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırl.:
Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:46-47, Alıntılayan:
Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı,
Haziran 2010, S:217
[4]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L.
Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları,
1.Baskı, Şubat 1995, S:62
[5]Potskhveriya, Prof. Dr. Boris B. 1920
ve 1930’lu Yıllarda Türk – Sovyet İlişkileri, Türk – Rus İlişkilerinde 500 Yıl
Sempozyumu (12-14 Aralık 1992), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.Baskı,
1999, S:189
[6]Cesur, Ertuğrul. Müslüman Sosyalistler,
Ankara, Eskiyeni Yayınları, 1.Baskı, Ocak 2017,S:110
[7]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.
Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran
1981, S:65
[8]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L.
Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları,
1.Baskı, Şubat 1995, S:62
[9]Bennigsen, A.A, Wimbush, S.E, Sultan
Galiyev ve Sovyetler Birliği’nde Milli Komünizm, İst, Anahtar Kitaplar,1.Baskı, Nisan 1995 S.263-264
[10]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L.
Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları,
1.Baskı, Şubat 1995, S:63
[11]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.
Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran
1981, S:65-66
Sebîlürreşad Dergisi, Kasım 2017, Sayı: 1022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder