Türkiye’deki tarım politikasına
alternatif olarak, çürümüş Sovyet sistemini ısıtmaya çalışanların görüşlerine
kısa bir reddiyedir bu yazı.
1917’nin sonlarına doğru Çarlık
Rusya’sı topraklarında Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, ülke, dünyanın en fakir
ülkelerinden biridir. Bolşeviklerin gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin etkisiyle
Rusya, yaklaşık dört yıl sürecek olan korkunç iç savaşın içinde bulur kendini.
Köylü ve işçi sınıfının
ayaklanmasından birkaç ay sonra, 1918’in ilk aylarında başlayan ve 1922’nin
sonlarına doğru biten iç savaşta, o güne kadar ülkede görülmeyen bir açlık
yaşanır. Savaşan taraflar tahıl tarlalarını ateşe vermekten bile çekinmiyordur.
Kıtlık o derece kötüdür ki, kimi bölgelerde yamyamlık da görülür. Hatta o
yıllarda Kurtuluş Savaşı veren Anadolu insanları, Rusya Müslümanlarına
ellerinden geldiğince gıda yardımında da bulunurlar.
İç savaş bitip Rusya bölgesinin
monarşi rejimi Sovyet Sosyalist rejimine evirildiğinde, ülke açlıktan daha yeni
yeni kurtuluyordur. Zira daha iç savaş bitmeden 1921 yılında Bolşevikler,
yaşanan kıtlık sorununa çözüm yolu ararken, bu yönde ekonomi politikası
geliştirmeye başlamışlardır.
1928 yılında Sovyet Rusya’da
uygulamaya konulan birinci beş yıllık kalkınma planı, dört yıl üç ay gibi bir
sürede tamamlanarak amacına ulaşır. Sanayi üretimi yüzde 273 oranında
artmıştır. 30’lu yıllardan itibaren ise Sovyetlerde tarımın kontrolü yüzde
yetmiş civarında devletin kontrolündedir. “Kolhoz” adı verilen tarım
işletmelerinde insanlar çalışıyor, ülkenin kalkınmasına katkı sunuyorlardır.
Aynı zamanda çalışma kampı ve sürgün yeri görevi de gören kolhozlardaki
insanların çoğu Müslümandı. 1929’da dünya genelinde baş gösteren ve adına
“Büyük Buhran” denilen ekonomik kriz ülkeleri perişan ederken, Sovyetler zengin
bir ülke yolunda ilerlemeye devam ediyordu.
“Sovyetler sanayide nasıl
güçlendi ve zengin oldu?” sorusuna vereceğimiz cevap, çok kısa ve nettir.
Sanayinin artması adına, dışarıdan hammadde alma uğruna, dönemin Moskova
yönetimi bereketli topraklar üzerinde akıl almaz kararlar verdi. Bu topraklar,
daha çok Müslümanların yaşadığı Türkistan topraklarıydı. Tarım politikaları
öyle korkunçtu ki, bugün dahi izleri devam eden çeşitli doğal afetlerin
temelini o yıllarda atmışlardı. Dönemin en kıymetli ürünü anlamında ve bir tür
beyaz altın olan pamuk üretimi için nehirlerin yolunu değiştirdiler, gölleri
kuruttular ve yüzlerce, binlerce su kuyusu açtılar. Bu saydıklarımızdan dolayı
bölgede, özellikle Fergana’da heyelanlar yaşanıyor.
Pamuk üretip satıyorlardı,
karşılığında sanayilerini, ağır sanayilerini, silah sanayilerini
geliştiriyorlardı. Sovyetlerin doyumsuz şekilde sürdürdüğü tarım politikası,
40’lı, 50’li ve 60’lı yıllarda da devam etti. Tarım politikaları, tamamıyla
kalkınma politikaları üzerine kuruluydu. Özellikle 50’li yıllardan itibaren
ülke daha iyi bir şekilde kalkınmaya devam etti. Teknolojide ilerlediler. Uzaya
bile gittiler. O yıllarda hançerlenen bölgenin tabiatı, bugün hâlâ yaralı.
Tedavisi yok!
Yukarıda bahsettiğimiz kolhozlara
gelince… Sovyetlerde, kolhozlar üzerinden başka bir şeye daha imza atıldı.
Adına “Kara Cuma” dediler. Bugün hâlâ çıkmaya devam eden ve Moskova merkezli
yayınlanan Konsomolskaya Pravda gazetesinin 8 Ocak 1959 tarihli baskısında,
“Kara Cuma” isimli bir makale yayınlanır. Söz konusu makalede, kolhozlarda
çalışan Müslümanların dinî vecibelerini yerine getirmelerinden yakınılarak,
bunun ülke ekonomisine verdiği zarardan bahsedilir. İki ay sonra bu makaledeki
ifadeler Sebîlürreşad’da yer bulur. Köylerde hızla yayılmaya başlanan dinî
merasimlerden Sovyetlerin endişe ettiği belirtilirken, Müslümanların Cuma
gününe Bolşeviklerin “Kara Cuma” diyerek saldırdığı ifade edilirken, makaleden
de şöyle bir alıntı yapılır: “Dinî bayramlar, bazı kolhozların kalkınmasına
mani oluyor. Kolhozcular geziyor, iş yapılmıyor.”
Sovyet tarım politikasının
neticesinde ortaya çıkan Kara Cuma, bugün, Batı’da coşkulu şekilde “alışveriş
bayramı” adı altında kutlanıyor. Sadece Batı mı? Aynı uygulamanın Türkiye’de de
hayata geçirildiğini anlatmamamıza gerek yok sanırım.
MEHMET POYRAZ
SEBÎLÜRREŞAD
DERGİSİ, EYLÜL 2018, SAYI:1032, S.16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder