Üniversiteden sonra bir kitabı
olmasını çok ister. Fakat daha buna zaman vardır ve kendisini hazır hissetmez.
Daha çok okuması gerektiğini düşündüğünden yazmaya eli gitmez. Öğretmenlik
mesleğine başlamasının ardından denemeler ve şiirler kaleme alır. Edebiyat
yayınlarında yazdıklarının bir bölümü yayınlanır. Okuduklarına ve
gözlemlediklerine dair notlar tutmaya, şiirler biriktirmeye başlar.
Her
daim güler yüzlüdür…
Konuşmalarına dikkat eden, cümlelerini özenle seçen Gurbet
Duymuş’u tanıdığımda dedim ki, “Bir öğretmene, mesleği ancak bu kadar yakışır”.
Mesleğini, yaşamını idame etmek için değil de kendisine yaşam boyu verilmiş bir
vazife gibi görüyordu.
Kültür-sanat adına düzenlenen “Türkiye hepimizin, Türkçe
hepimizin” vurgulu etkinliğin fikir sahibi ve koordinatörü idi. Daha
başlamamıştı etkinlik. Gurbet Hanım oradan oraya koşturuyor, hazırlıkları,
çalışmaları kontrol ediyor, bir aksilik çıkmaması için gayret gösteriyordu.
Endişeliydi de biraz, her şey yolunda olmalıydı. O koştururken, ben hiçbir şey
yapmadığım halde yorulduğumu hissettim. Heyecanlı ve telaşlı haline,
koşturmasına bakan insan, ister istemez kendini yorulmuş hissederdi. “Onun
yorgunluğunu başka bir insan neden hissetsin?” diye soracak olursanız,
cevabını da vereyim: Elbette bunun nedeni, yaymış olduğu enerjiydi. İnsanlarla
kurduğu iletişim mükemmel ötesidir.
Konuşmasına yüz ifadesini de yakıştırıyordu. Her insan bunu
yapamaz.
Kendini eğitime, edebiyata, sanata adayan; bir yandan
okuluna, öğrencilerine koştururken diğer yandan da edebiyat alanında çalışmalar
yürüten Türkçe öğretmeni Gurbet Duymuş, 1976 yılında, Manisa’nın Salihli
ilçesinde dünyaya gelir. Liseyi bitirene kadar, Bozdağların sırtındaki
Salihli’de yaşar.
Yaşadığı ev yöreye özgü klasik, tek katlı ve bahçeli idi.
Anne ev hanımı, baba işçidir. Hafta sonları yaptırılan banyolarda başına sabun
ve su tası yiyen nesilden olan Gurbet Hanım, soba üstündeki güğümü de son defa
ailesinin evinde görür. Çocukluğunda ne zaman yağmur yağsa, ayak yalın evden
dışarı çıkar, öylesine dolaşır.
Evde olmadığı fark edilince ailesi dışarı çıkıp çamurdaki
çıplak ayak izlerini takip ederek bulur kendisini.
Kendisinden sonra dört fert daha katılır aileye.
Kardeşlerinin ikisi kız, diğer ikisi erkektir. Sokakta arkadaşlarıyla
yorgunluktan bitap düşene kadar yakan top oynar, arada kardeşlerine de bakardı.
Kardeş önemliydi.
İlk ödül:
Binlerce adım gibi…
Yazmaya çok küçük yaşta heveslenir. İlkokul yıllarında,
Kütüphaneler Haftası kapsamında Manisa ili genelinde düzenlenen kompozisyon
yarışmasında birinci olur. İl birincisi olduğunu, sabahleyin “Andımız”
yemininden sonra okulun müdür yardımcısı mikrofonla açıklar. Birinci olduğunu
duyar duymaz bin bir hale bürünür; heyecanlanır, utanır, kıpkırmızı olur, elleri ayakları
titrer...
Müdür Yardımcısı Burhanettin Bey kendisini kürsüye davet
ettiğinde, o kısacık birkaç adımlık mesafe, Gurbet Hanım’a binlerce adım gibi
gelir. Yarışmaya son anda, öğretmeninin desteğiyle katılmıştır:
“Kendi başıma yazdığım, ilkokul öğretmenimin yarışmaya
katılma süresinin dolmak üzere olduğu bir zamanda fark ettiği, benim de son
anda temize çektiğim kompozisyon, il birinciliğine layık görülmüştü.
‘Okulumuzun öğrencisi Gurbet Oral, kompozisyon dalında il birincisi olmuştur’
açıklamasını duyduktan sonra öyle bir heyecanlandım ki, o anı ömür boyu
unutamam. Belki de edebiyat öğretmenliğimin temeli bu yarışmadır. Belki de
öğrencilerimi yazmaya sürekli teşvik edişim bu yüzdendir.”
Oturdukları mahallede bulunan halk kütüphanesi onun için bir
şanstır. Kitap alamasa da dert etmez; yanı başlarında kütüphane vardır. Roman,
hikâye, dergi, şiir, ne bulursa okur. Bir gün komşuları, evde bulunan eski
gazete ve dergileri evin önüne bırakır. Bunları görür ve alır, eve getirir.
Evin avlusundaki merdivene dizer dergi ve gazeteleri, başlar tek tek okumaya. O
esnada da öğretmeni kendisini fark eder. Tam yarım saat Gurbet Hanım’ı izleyen
öğretmeni, bu anları, ertesi gün sınıfta bütün çocuklara anlatır. Bundan
mutluluk ve gurur duyan Gurbet Hanım, kendisini daha çok okumaya verir.
Öğretmeni de teşvik etmeye devam eder. Kitap konusunda tavsiyelerde bulunur.
Tavan arasında…
İlkokulu bitirdiğinde, babası ortaokula göndermeyeceğini
söyler. Buna çok üzülür ve içerler. Aklınca ailesinden intikam alacaktır.
Evden kaçar. İki gün ararlar kendisini. Bulamazlar hiçbir
yerde. Evden kaçmıştır, fakat uzağa gitmemiştir. Tavan arasında kalır ve burada
kendisini gizler. El ayak çekildiğinde aşağıya iner, ekmek yiyip su içtikten
sonra tekrar tavan arasına çıkar. Ailesinin bundan haberi olmaz. Ev halkı
perişan olur. En sonunda babasının,
kızının eve dönmesi halinde ortaokula yazdıracağını işitir ve aşağıya iner.
Liseye kadar Salihli’de yaşar. Üniversite eğitimi için
Trabzon’a gider. Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü bitirir. Aslında avukat olmak ister. Baba
avukatlığa karşıdır. Öğretmenliği tercih eder.
Üniversitede dört yıl derslerine giren Prof. Dr. Nazan
Bekiroğlu’ndan edebiyata dair kıymetli bilgiler edinir. Edebî kimliğinin
şekillenmesinde Nazan Bekiroğlu önemli rol oynarken, fikir ve dünya görüşünün
şekillenmesinde Prof. Dr. Osman Kemal Kayra önemli bir isimdir.
Üniversiteden sonra bir kitabı olmasını çok ister. Fakat daha
buna zaman vardır ve kendisini hazır hissetmez. Daha çok okuması gerektiğini
düşündüğünden yazmaya eli gitmez. Öğretmenlik mesleğine başlamasının ardından
denemeler ve şiirler kaleme alır.
Edebiyat yayınlarında yazdıklarının bir bölümü yayınlanır.
Okuduklarına ve gözlemlediklerine dair notlar tutmaya, şiirler biriktirmeye
başlar. Yazmak için iyice pişmenin gerekli olduğuna inanan Gurbet Duymuş’un,
çevresinin de etkisiyle, tuttuğu o notlarından ve şiirlerinden oluşan Ruhumun
Perdeleri adlı ilk kitabı 2017 yılında okuyucusuyla buluşur.[1]
Şiir ve yazılarında bir arayış, bir kayboluş ve sonunda
inanca sığınarak korunaklı bir yuvaya varış duygusu sezilir. Şiirlerinde
tasavvufî bir sığınış gözlemlenen Duymuş, mısralarıyla kalemin limanlarına
sığınmakta ve sükûnu Âlemlerin Sahibine adanmakta bulmaktadır:
“Ruhumdaki o büyük cendereyi/Sükûna erdir, ey Âlemlerin
Sahibi!”[2]
Kitapta yer alan yazılarında ve şiirlerinde yaşamından
kesitlerde sunar. Kelimeler şiirinde, kelimelerin inanç yolunun bir
basamağı olduğuna vurgu yapar.[3]
Okumak başlıklı anı türü yazısında, okumanın büyülü bir dünya olduğundan ve
çılgınca okuduğundan bahseder.[4]
Sıkıntılarını kitaplar sayesinde atlattığını, okuduğu kitaplar sayesinde
zenginleştiğini ve bu yüzden yokluğu hiç hissetmediğini anlatır.
Ruhun dua hali…
Türkçem adını verdiği yazısında Türkçeyi konu eder.[5]
Ona göre Türkiye’de yaşayanlar, ırk ayrımı yapmadan güzel Türkçe konuşmalıdır.
Türkçeyi “duru su” olarak tarif eder; aziz ve mübarektir Türkçe:
“Onunla dile gelir aşkım, onunla dile gelir bayrağım. Vatanım
onunla dile gelir. Ecdadım, geçmişim, geleceğim; ben onu sonsuza kadar
seveceğim. Her ne kadar her tabelayı İngilizce istila etse de, her ne kadar
başka dillerle kirletilse de, her ne kadar onu yıpratmak için oyun oynansa da
ben Türkçe düşüneceğim, ben Türkçe rüyalar göreceğim, ben Türkçe şiirler söyleyeceğim.
Türkçe yazılar kaleme alacağım ve ben son nefesime kadar Türkçe türküler
söyleyeceğim.”
Dalgalar yazısında okurlarını denizin kıyısına götürür.[6]
Hangi deniz olursa olsun, satırların okuyucuları o sahildedir. Kıyıya vuran
dalgaları, özlediğine kavuşan insana benzetir:
“Sahille öpüşen, kucaklaşan, sevişen dalgalar; ebedî
kavuşmanın iştiyakı değil midir? Ta ötelerden çılgınca kopup gelen dalgalar
kıyıya varana kadar öfkesi yavaş yavaş dinen ve sonunda özlediğine varınca her
şeyi unutan insanın ruh hali değil midir?”
Adını taşıyan dörtlükte özleme dair duygularına yer verir.[7]
Gurbette oluşu ruhunu çürütmektedir:
“Gurbet
Tahammülsüzüm bu akşam yine
Cismim burada ruhum ötelerde
Özlem denen bu merette
Ruhun milim milim çürümekte”
Gurbet Duymuş, kitabındaki bir başka şiirinde korkuyu “görünmeyen
acı” olarak tasvir eder.[8]
Korkularım dediği şiiri:
“Korkularım
Koşup giden, koşup gelen
Korkularım
Üstüme gelen
İdam ilmeğini boynuma geçiren
Korkularım
En zayıf yerimden vuran
Acıyan yanlarım
Ah, beni yok eden korkularım!
Hassas noktalarım
Derim yanlarım
Sakladığım görünmez acılarım
Korkularım…”
Acılarını mutlulukla kaleme alan Gurbet Duymuş’a yazmanın ne
olduğunu sorduğumuzda, “Ruhun dua halidir” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Yazmak, bir çeşit ruhun dua halidir ve mütevekkil bir
şekilde kendini duyurma şeklidir, varlığın ‘Ben de buradayım’ kaygısıyla kaleme
sarılıp âlemde bir nokta olma çabasıdır. Özgürce, sınırsızca, kural koymadan,
bağıra çağıra, vura kıra, duygularını haykırarak yazmak... Sınırlarınızı yıkıp
sonsuz kelimeler ülkesinde özgürce yazmak... Ruhunuzda biriken öfkeyi, kaygıyı,
acıyı, cerahati bu yolla sayfalara aktarmak...
Kâğıdın kirlenmesine, açılmasına, sevinmesine, ağlamasına,
coşmasına izin vererek yazmaktır. Bunları paylaşmak istemiyorsanız, başka! Ama
içsel anlamda müthiş bir rahatlama hissedersiniz. Hele paylaşırsanız, emin
olun, tüm mesajlar yerini muhatabını buluyor ve gizli gizli okuyan, takip
edenler, eminim çok mutlu oluyor. İşte yazmak, bu noktada çevreden, insanlardan
ve hayattan intikam almaktır! Acıların, üzüntülerin ve sevinçlerin, heyecan ve
çılgınlıklarınla hayata hem dört elle sarılmak, hem de varlığını sahneye
yansıtma sanatıdır.”
Yazma gayesini, “Yazayım ki sızılarım dine, gönlüm
dinlene, kalemim insanlara merhem olup dertlere derman, ruha şifa eyleye!”
diye anlatan Duymuş, ruh yangınının kalemidir adeta. Yazar, zaman zaman
yeryüzünde söylenmemiş söz kalmadığına dair kaygılar taşır, yazdıklarını gün
yüzüne çıkarmaktan korkar. Bunu, “Söylenmemiş söz kalmadı yeryüzünde,
kelimeler çaldım bilinmez kelamistanlardan” ifadesiyle dile getirir.
Kitabında, “Yazmak da bir çeşit ibadet değil midir?”
şeklinde bir soru yöneltir ve şöyle yanıtlar:
“Vicdanımızın sadakası, ruhun fitresi, imanın zekâtı…”[9]
[1]-Gurbet Duymuş, Ruhumun Perdeleri,Progo
Ajans Yayınları, Ankara 2017.
[2]-age., s.22.
[3]-age., s.60.
[4]-age., s.72.
[5]-age., s.31.
[6]-age., s.46.
[7]-age., s.26.
[8]-age., s.15.
[9]-age., s.12.
..............................
MEHMET POYRAZ
SEBÎLÜRREŞAD DERGİSİ, EKİM 2018, SAYI:1033, S.28,29