“İnsan dini okuldan almaz, büyüdükten sonra, düşüncesi güçlendikten sonra din hakkında fikir edinir.” Lehistan Müslümanı, çıldırma noktasına gelir bu cevaptan sonra...
1910 yılının Eylül ayında, Lehistan Müslümanları’ndan
zengin bir şahıs, İstanbul’a gelir. Hem oğlunun iyi bir eğitim alması
hem de iş yapmak amacıyla şehre gelir ve şehirde okul arayışına girer.
Aradığı okulda ilim ve fen eğitimlerinin kaliteli
olmasını isterken bir şartı da vardır: Çocuğunu vereceği okulda dini eğitim almasını
da ister. Hem de mükemmel şekilde. Oğlunun iyi bir Müslüman olmasını
arzulamaktadır.
Aslında, oğlunu Lehistan veya Rusya’da da gayet
güzel bir şekilde okutabilirdi. İlim ve fen alanında kaliteli tahsil
yapabilirdi. Yapabilirdi yapmasına ama oğlu iyi bir Müslüman olamazdı. O dönem
Ruslaştırma politikasına oğlunun maruz kalmasını istemeyen baba bu bilinç ve
gayeyle, İstanbul’a evladını da getirir.
Önce Mekteb-i Sultânî’ye gider baba. Derdini,
amacını dili döndüğü kadar anlatmış ve dermanını istemiş. Okul yetkilileri
Lehistanlı’ya doğru dürüst cevap verememiş. Okulun bilgileri, mealen burada
dercesine, eline Fransızca broşürü tutuşturup yollamışlar. İlgisizliğe
içerlenen babada hayal kırıklığı!..
‘Vardır elbette koca şehirde başka okul’ deyip arayışına
devam etmiş. Robert Koleji’ne gelmiş. Yanında bir tercüman, hem okulu
geziyor hem de görevliden bilgiler alıyor.
Gezerken mabede benzeyen bir mekan görüyor ve soruyor;
-Burası nedir?
-Kilisedir. Şu kürsüye her hafta bir protestan papazı
çıkarak öğrencilere vaaz verir.
-Vaazı dinlemek mecburi midir?
-Evet, bütün öğrencilere mecburidir.
-Pekâlâ. Talebe içinde Müslüman yok mudur?
-Seksen kişi var.
-Müslüman çocukları protestan papazın yanında
bulunsunlar. Hem de mecburen bulunsunlar. Rusya mektepleri buradan çok iyiymiş.
Onlar Müslüman talebeyi papazların verdiği vaazda, din derslerinde hazır
bulundurmak şöyle dursun, öğrenci girmek istese de mani olurlar.
Daha sonra adamcağız, kendisiyle ilgilenen kişiye; “Okul
idaresinde bir Türk olsa da anlaşsak” der.
Kibar bir Türk beyefendiye götürmüşler Lehistanlı’yı.
Baba, papaz ve vaaz olayını sormuş, sorgulamış. Türk,
cevap vermiş. Okulun kaliteli olduğundan bahsedip, papazın vaazından ürkmemesi
gerektiğini söylerken şunu da eklemiş; “İnsan dini okuldan almaz, büyüdükten
sonra, düşüncesi güçlendikten sonra din hakkında fikir edinir.” Lehistan
Müslümanı, çıldırma noktasına gelir bu cevaptan sonra. Ama yılmaz. Okul aramaya
devam eder.
Başından geçenleri;
sizlere de kısaca aktarmaya çalıştığım yukarıdaki hikayeyi Yusuf
Akçura’ya anlatır. Bir akşam, dost meclisinde Yusuf Akçura, bu babanın
hikayesini Mehmet Âkif’e anlatır.
Mehmet Âkif, 29 Eylül 1910 tarihli Sırâtımüstakim
dergisinde, Hasbihal köşesinde, “Evvelki akşam muhterem arkadaşım
Akçura Yusuf Bey şöyle bir vak’a hikaye etti:” giriş cümlesinden sonra
Lehistanlının hikayesine yer verir. Âkif yazısını şöyle bitirir; “Müslüman
çocuğuna, Rusya’daki gibi ilim ve fen öğretecek, hem de sağlam bir Müslüman
terbiyesi verecek bir okul kimin aklına gelirse lütfen bize bildirsin!”
Âkif’in bu yazısının yer aldığı Sırâtımüstakim’in
108 sayılı nüshası hakkında, aynı günlerde, İstanbul’daki Rus elçiliğinden
Rusya’ya bir rapor gönderilir.[1] Raporda, Rusya Müslümanlarıyla ilintili
olduğu bilinen Sırâtımüstakim’de yer alan bazı yazıların, Türkistan
bölgesinin yanı sıra, Rusya’daki diğer Müslümanlara yönelik olduğu ifade
edilir.
Sadece 108 sayılı nüsha değil, Sırâtımüstakim’in bütün
sayıları Rusya adına sakıncalıdır raporda. Rusya hakkındaki bütün olumsuz
cümleler raporda yer bulurken, Âkif’in, misal yoluyla olumlu yer verdiği
satırlar raporda yer almaz. Sırâtımüstakim’de yer alan, Buhara ve Hive
Hanlığı’nın birleşip Rusya’nın vilayeti olacağı yönündeki haber Çarlık
Rusya’sını oldukça rahatsız eder.
Bölgeden diğer bir isimle yazımızı sonlandıralım.
Mir Said Sultan Galiyev
Sırâtımüstakim/Sebîlürreşad’a Rusya’dan yazan
Müslümanların neredeyse tamamının Sultan Galiyev ile olumlu veya olumsuz bir
şekilde ilişkisi vardı. 28 Ocak’ta katledilişinin yıl dönümünde rahmetle
andığımız Sultan Galiyev’in hangi yılda öldürüldüğü kesin olarak
bilinmemektedir.
Kimi iddialar; 1928,1938,1940 yıllarıdır.
Sultan Galiyev’e, Sebîlürreşad’dan en yakın olarak
karşımıza bir isim çıkmakta. Bu Ethem
Nejat’tır.
Sultan Galiyev’in yardımcısı Mustafa Suphi’dir.
Mustafa Suphi’nin yardımcısı da Ethem Nejat’tır.
Sebîlürreşad’ın bu sayısında “Amerika Müslümanları”
başlığıyla yer verdiği Ethem Nejat’ın yazısında kendisinin İslamcı bir çizgide
olduğunu görmekteyiz. Bu ve diğer yazılarında tebliğler kaleme alan Ethem
Nejat’ın bu yönü fazla bilinmemektedir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğer 13
arkadaşı 28 Ocak 1921 tarihinde Karadeniz’de bir takada hunharca
öldürüldü, bedenleri parçalanarak denize atıldı.
Rastlantıya bakın ki; Sultan Galiyev ile ölüm
tarihleri aynı. Sadece yılı farklı.
Daha çok milliyetçi, komünist ve turancı sosyalist olarak
tanıtılan Sultan Galiyev’in İslamcı olduğu yıllar boyu hep gizlendi.
Halbuki Galiyev ile alakalı belgeler incelendiğinde
İslamcı olduğunu gayet net şekilde görmekteyiz.
Hatta hakkında ilk ve en çok yazanlar bile şunu söyledi; “Galiyev
İslamcı olduğu halde, garip bir paradoksla Türkiye’de kendisini ya milliyetçi
yaptılar, ya da komünist.”
Sultan Galiyev’in yanlış tanıtılmasına şu görüş
açıklık getirmektedir;
“Günümüzde onun İslamiyetin maneviyattan
arındırılması ve Marksizm ile Müslüman dininin birlikte var olabileceklerine
ilişkin karışık ve puslu düşüncelerini bilmezlikten gelmek yeğlenmektedir.[2]
Daha önce de dediğimiz gibi, Galiyev’i ilk kaleme
alanlar Ümmetçi olduğunu da yazar;
“Sultan Galiyev hiçbir zaman alenen dinden çıktığını veya
müminler cemaatinden çıkmak istediğini söylemiş değildir. Yaşamı boyunca olduğu
gibi ölümünden bunca yıl sonra da hâlâ Ümmet’in bütün haklarına sahip olan bir
mensubudur.”[3]
[1]-“Rusya’nın İstanbul Büyükelçiliği’nin
II.Abdülhamid Dönemindeki
Pan –İslamizm Hareketleri ile İlgili Bir Raporu”,
Çeviren: Ahmed Niyazov – Nariman Hasanov, KTÜİFD, C:3 Sayı:2 Güz 2016, S: 195 -
211
[2] - A. Bennigsen – C.L.Quelquejay,
Sultan Galiyev - Üçüncü Dünyacı Devrimin
Babası, Sosyalist Yayınlar, 1995, İstanbul, S: 208 - 209
[3] - a.g.e
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder