Darül-ü İslâm ile birlikte başta Venezuela olmak üzere Güney Amerika ülkeleri de Doğu’nun içindedir. Toplam nüfusu 32 milyon 500 bin olan Venezuela’da yaklaşık 100 bin ile 400 bin Müslüman olduğu tahmin edilmekte. Diğer Güney Amerika ülkelerine göre Venezuela’da İslam kültürü daha belirgin haldedir. 15 bin Müslümanın yaşadığı başkent Karakas’ta Amerika kıtasının en büyük camisi de yer almaktadır.
Karayip Adaları’ndan sonra İspanyol sömürgecilerin Güney Amerika’da ilk adım attığı topraklar Venezuela, Kristof Kolomb’un 1498 yılında bölgeye gelmesiyle keşfedilir. İspanyol denizci Alonso de Ojeda’nın komutanlığında 1499’da bölgeye yeni bir sefer düzenlenir. Göl kenarında dizili ahşaptan yapılma evlere hayran kalan Ojeda, bölgeyi Venedik’e benzetir ve İtalyanca da Küçük Venedik anlamına gelen Veneziola adını buraya uygun görür. Daha sonra telaffuz değişikliği ile bölge adını Venezuela olarak alır. Ülkenin günümüzde resmi olarak tam adı Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’dir. 1800’lü yıllarda Amerika kıtasında kendini gösteren bağımsızlık savaşlarında Venezuela da yer alır. Bu yıllardan itibaren özellikle iki isim Venezuela’nın milli kahramanları olarak gösterilir. Bunlar, Francisco de Miranda ve Simon Bolivar’dır. Yeri gelmişken hatırlayalım, Simon Bolivar adı, Ankara Çankaya’da bir caddeye de verilmiştir.
Türkiye ile diplomatik ilişkileri 1950’lerde başlayan ve dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip Venezuela’da önemli sayıda bir Müslüman nüfus da yaşamaktadır. Bölgedeki Müslümanların kökenleri 16. yüzyıla kadar dayanırken, büyük çoğunluğu da 18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı pasaportuyla Amerika kıtasına giden ve ülkede El Turko adıyla anılan Filistinliler, Suriyeliler ve Lübnanlılardan oluşmaktadır. Kölelik düzeninin en şiddetli yıllarında, 16. yüzyılda Afrika’dan getirilen Müslümanlara ilave olarak Hindistan’dan da çok sayıda insan gelir. Güney Amerika ülkelerine dağılan bu Müslümanlara daha sonra Osmanlı pasaportlu insanlar da dahil olur. Köleliğin kaldırılması ve kıta Amerika’sında gerçekleşen bağımsızlık savaşlarına ara verilmesiyle (Bağımsızlık savaşları hâlâ bitmedi ve beş yüz yıllık işgal devam ediyor.), o dönem ‘Yeni Dünya’ olarak adlandırılan Amerika’ya göçmenlerin gelmesi için çalışmalar başlatılır. Amerika Birleşik Devletleri’nin yanı sıra Güney Amerika ülkeleri de göçmen kabul etmeye başlar. Kölelik kaldırılmıştır ve işgücü elzemdir.
1876 yılının sonbaharında, dönemin Brezilya İmparatoru II. Alfonso Pedro İstanbul’a gelir ve II. Abdülhamid ile görüşür. Osmanlıya Rusya üzerinden gelen Pedro İstanbul’un yanı sıra Mısır, Lübnan ve Kudüs’e de gider. Osmanlı topraklarında gittiği her bölgede ülkesine davette bulunan İmparator Pedro yaptığı konuşmalarda insanlara ülkesinde iş bulabileceklerini söyler. İmparatorun çağrısını duyan Lübnanlılar ve Filistinliler başta olmak üzere birçok Osmanlı vatandaşı Güney Amerika’ya gider. Bunların bir kısmı Venezuela’ya da geçer. Latin Amerika ya da ülkemizde daha çok bilinen adıyla Güney Amerika’ya göç eden Osmanlı vatandaşlarının çocukları, torunları dünyaca bilinen isimler arasına da girer. Bunlardan bazıları; filozof Halil Cibran, oyuncu Salma Hayek, şarkıcı Shakira ile geçtiğimiz günlerde El Salvador’un devlet başkanı seçilen siyasetçi Nayib Bukele.
Güney Amerika’yı anlatmadan değerlendiremeyeceğimiz Venezuela’nın mutfağına da etki eden bu Osmanlı torunları bölgeye bakliyatı, pirinci getirmeleriyle de bilinir. Osmanlı’dan bu coğrafyaya göçün bir başka şekli de Amerika Birleşik Devletleri üzerinden olur. Yine az evvel bahsettiğimiz dönemlerde, “Amerika’ya hücum!” günlerinde, İstanbul’dan, Lübnan’dan gemilerle çok sayıda Osmanlı vatandaşı yola çıkar. Gemilerin rotası Birleşik Devletlerdir. Ülkeye ulaştıklarında ABD yetkilileri göçmen kotasının dolduğunu gerekçe göstererek gemiler dolusu Osmanlı vatandaşını kabul etmezler. Gemidekiler geri dönmez ve aralarında Venezuela’nın da olduğu Güney Amerika ülkelerine dağılırlar.
Osmanlı topraklarında yaşanan bu göçlere II. Abdülhamid karşı çıkar ve tedbir alınmasını ister.
Göçlerle alakalı olarak bir başka konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Osmanlı’dan Amerika kıtasına doğru gerçekleşen göçler esnasında Siyonizm tohumları Filistin bölgesine atılmaya başlanmıştır. Osmanlı vatandaşları Filistin ve civarından göç etmeye başlarken Yahudiler de bölgeye gelmiştir. Göç edenlerin arasında Müslümanların yanı sıra Hristiyanların ve Ermenilerin de bulunduğunu belirtelim.
2018 yılı verilerine göre, toplam nüfusu 32 milyon 500 bin olan Venezuela’da yaklaşık 100 bin ile 400 bin Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Diğer Güney Amerika ülkelerine göre Venezuela’da İslam kültürü daha belirgin haldedir. 15 bin Müslümanın yaşadığı başkent Karakas’ta Amerika kıtasının en büyük camisi de yer almaktadır. Bu caminin adı Şeyh İbrahim el-İbrahim Camii’dir. Ülkedeki Müslümanlar tarafından açılmış İslam merkezlerinden, eğitim kuruluşlarından birçok insan faydalanmaktadır. Venezuela’daki Müslümanların siyasi bir baskı görmemesi İslam alanında yapılan çalışmaların önünü açmaktadır. Etkin kökene gelince, Müslümanların çoğunu Pakistanlılar, Filistinliler, Lübnanlılar, Suriyeliler ve az sayıdaki Türk kökenliler oluşturmaktadır.
Son günlerde, ABD liderliğinde Batı ülkelerinin iktidardan uzaklaştırmaya çalıştığı Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, 2017 yılının Aralık ayında İstanbul’da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi’ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine katılmıştı. Söz konusu zirve, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesinin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine toplanmıştı. Maduro burada yaptığı konuşmayla da dikkat çekmişti:
“Katliam devam ediyor. Evet bu bir katliam. Masum bir halka yapılan katliam. Benim masum, acısı dinmeyen Filistin halkına yapılan bir katliam. Bu katliam artık bir soykırıma doğru gidiyor. Bu dinler arası bir savaş değildir. Bu kanlı saldırı, finans güçlerinin ve kapitalizmin medyatik askeri güçlerinin Filistin topraklarını zapt etme çabasıdır ve Filistin halkına soykırım yapma çabasıdır. Çok acı. Buradan öncelikle Yahudilere bir çağrım var. Misket bombalarıyla devletiniz Filistin’i şimdiye kadar bombaladı ve katliama devam ediyor. Gazze’de öldürülen çocukların katili İsrail devletine önce dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler dur demeli, katil devletlerini Yahudiler ilk kınamalı. Filistin’de Müslüman, Hristiyan, farklı dinden ve kültürden insanlar var. İkinci çağrım bölgedeki Arap halkına ve liderlerine. Ne zamana kadar katliama seyirci kalacaksınız? Filistinli kardeşlerinizin katliamını izlemeye devam mı edeceksiniz? Arap liderleri ne zaman uyanacak? Ne zaman uyanıp, Filistin halkının sesine ses vereceksiniz? Yerin dibine batsın resmi açıklamalarınız, yerin dibine batsın uluslararası protokolünüz, artık harekete geçmelisiniz!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder