8 Temmuz 2017 Cumartesi

Ruzi Nazar 15 Temmuz’da yoktu..!

SSCB Fergana’sında dünyaya geldi, Kızılordu üniformasıyla Nazilere karşı savaştı, esaret sonrası Nazi üniformasıyla Kızılordu’ya. Ardından CIA elbisesiyle 12 yıl süren Türkiye günlerini yaşadı

15 Temmuz günü akşama doğru eve giderken, birkaç tane askeri araç görmüştüm. Hafızamda hiç de olumlu bir algı bırakmayan bu manzara aklıma takılmıştı. O an düşünmüş, kendi kendime “Ne olabilir ki?” demiştim. Evime vardığımda saat 21’i geçiyordu. Yolda gelirken gördüğüm askeri araçlar aklımdan çıkmıyordu. Sosyal medya hesabıma giriş yaparak “bir şeyler” aramaya başladım. Günümüzde, merak ettiğimiz bütün bilgilere en fazla bir dakikada ulaşabiliyoruz. 

Daha sağlıklı, daha güvenli bilgi elde etmek bir saatimizi alıyor kimi zaman. Adını o an koyamadığım “bir şeylerin” ilk belirtisi sosyal medyada karşıma çıkıverdi. Bir paylaşım okudum; “Boğaziçi köprüsü askerler tarafından trafiğe kapatıldı!” 

Televizyon kapalıydı. O paylaşımın ardından televizyonu açtım, gözlerim “son dakika” diye yanıp yanıp sönen, hareket eden o haber başlığını aradı. Eve geç geldiğimden dolayı daha yemek yememiştim. Bizde sofra her zaman mutfakta kurulur. 

Televizyon kanallarında boyuna tarama yaparken mutfaktan ses geldi; Yemek hazır. “Hayır” dedim, “Salonda yiyeceğim” ve ekledim; “ Tuhaf şeyler oluyor.” Salondaki sehpaya sofra kurulurken TV’den o beklediğim “son dakika” spotu geçti; “Boğaziçi köprüsü askerler tarafından trafiğe kapatıldı. Nedeni bilinmiyor.” Bu cümleden sonra ev ahalisine dönüp aynen şunu söyledim;“Hazırlıklı olun her şeye. Savaş hali var sanki. Askerlerin ne işi olabilir ki köprüde?” 
Evdekiler şaşkın şekilde bana baktılar.  Şunu kesinlikle belirtmek isterim ki; 15 Temmuz’da, o hain gecede, kalkışmanın ilk belirtileri olurken, darbe girişimi olduğu hiç aklıma bile gelmedi. İlk anlarda aklıma gelen, bu güzel ülkem, Türkiye’ye karşı savaş başlatıldığıydı. 
İlk anlarda bilinen darbe belirtilerinin hiçbiri ile bunların yaptıkları uyuşmuyordu. 15 Temmuz’da duyduğum ilk saldırı haberi yine sosyal medyadan gelmişti; “MİT binasına helikopterden ateş açtılar.” Bu saldırıdan sonra bile aklıma gelmedi FETÖ’cülerin darbe/işgal girişiminde bulundukları. Nedenine gelince; Türkiye artık eski Türkiye değil, bütün siyasi görüşler darbe karşıtı söylemleriyle biliniyor. Halk desen yine öyle. Kimse askeri yönetimi, darbeyi kabullenmiyor, istemiyor. 
Bu duygu ve düşüncelerle, o anlarda darbe girişimi olacağı aklıma bile gelmedi o anlar. Bir süre sonra ne tür bir gece olduğunu anlamıştık. Sözde darbe oluyordu bu gece. 

Darbe girişimine/kalkışmasına gelince… Bana kalırsa bu “darbe/kalkışma” girişimi değildi. Yaşadığımız güzel ülkemiz “İŞGAL ve PARÇALAMA” girişimiydi. Evim Ankara’nın Eskişehir yolunda. Gökyüzünün karanlığından, uçak ve helikopter sesleri gelmekteydi. Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne ve Gölbaşı’nda bulunan Özel Hareket’e yapılan hain saldırılar sonrası netleşmişti ülkenin geldiği durum. 


Terör örgütü FETÖ mensubu bir kısım asker, akılları sıra Türkiye’nin yönetimine el koymaya çalışıyorlardı. Sadece yönetimi ele geçirmek bir yana, daha da kötüsü ABD’den yollanan planlar gereği ülkeyi böleceklerdi. 


Sınırlar açılmış, diğer bir terör örgütü PKK’ya talimat verilmişti; “askerlere ateş açmayın” diye. 

Belli başlı havaalanları, deniz limanları bile hazırlanmış Batı’nın askerlerine. Bahaneleri de önceden belli; “insani yardım”! Irak’a getirilmek istenen demokrasi gibi... Ya sonra? Allah muhafaza… Milletin dediği oldu. 
Yönetim, özgür ve sivil iradenindir. Her darbe döneminde alkışlarla askerleri karşılayan millet, bu sefer, taşla, sopayla, hatta süpürgeyle bunları defetti. 
Kimileri de canlarını ortaya koyarak şehit oldular. Millet, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği cesaretin aynısını 15 Temmuz’da yeniden göstermiştir. Ne Batı, ne de FETÖ, milletin bu cesareti göstereceğini hesaba katmamıştır. Telefonla ve sosyal medya üzerinden eş dostla haberleşmeye başladık. 

O gece ilk anlarda telefonlaştığım isimlerin başında Fatih Bayhan da geliyordu. Çok kısa bir görüşmeydi ama ne yapmamız gerektiği konusunda gayet nettik. Aradım; “Darbe mi oluyor?” diye sordum. “Evet kardeş, öyleymiş, darbe oluyormuş” dedi. “Şimdi ne yapacağız, ne yapmamız gerekiyor?” diye ikinci soruyu yönelttim. “Şimdi darbe olacak ve biz bunu TV’den mi seyredeceğiz?” diyordu Fatih Bayhan. Haklıydı. TV’den mi seyredecektik. Seyretmedik birçok insan gibi. 


15 Temmuz gecesi milletin kahir ekseriyeti meydanlara, caddelere FETÖ’cü askerleri kovmak için koşarken, diğer bir kesim de, marketlere stok için koşuyordu. 

Gecenin ikinci büyük utancı budur aslında. Birinci utancı zaten biliyorsunuz, bu vatanın ekmeğiyle suyuyla palazlanan FETÖ! Marketlere koşanları görünce, içim burkuldu, utandım. Bu kadar ucuz mu, vatan, demokrasi ve cumhuriyet? 

Kudüs’ün Haçlı orduları tarafından işgal tarihi olan 15 Temmuz 1099’un yıl dönümüne bilinçli olarak denk getirilen  15 Temmuz gecesine ait bir çok hikaye ve kahramanlık destanları var ki; yüzlerce, binlerce sayfa yazılsa yine de yetmez. 


Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir direniş sergileyen milletin bu zaferi, Yaradan evreni var ettiği sürece daima konuşulacaktır. Devletin, milletin televizyonuna silahlı baskın düzenleyen FETÖ’cüler namluyu gösterip isteklerinin yerine getirilmesini istediler. İstekleri de, uyduruk bir bildirinin okunması. Bari bir de Hasan Mutlucan’dan türküler isteseydiler. TRT’de bildiri okunurken, daha ilk anlarda babamı aradım. “Selamünaleyküm, nasılsın baba?”, dedim. “Aleykümselam oğlum oturuyoruz evin önünde. Suriyeliler var sohbet ediyoruz, çay içiyoruz. Adana yine bildiğin gibi sıcak. Ankara nasıl oğlum, çocuklar nasıl?”, dedi. Anlamıştım babamın bir şeyden haberi yoktu daha. 


Babama darbe/kalkışma olduğunu hemen söyleyemedim. Çukurova sıcağına rağmen mutluydu. Evinde Suriyeli mülteciler oturur. Hem onların, hem de bütün mahallede yaşayan Suriyelilerin gönüllü tercümanıdır babam. Biz Türkmeniz, ama babam daha önce  (ergenlik ve gençlik dönemi)  yaşadığı Nusaybin’de öğrenmişti Arapçayı. Suriye Arapçası farklıydı biraz, onu da mülteciler sayesinde geliştirmişti. Daha önce darbeleri görmüş olan babama, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu telefonda bir şekilde anlattım. Babamdan gelen tepki sertti; “Darbe olamaz!” deyiverdi. Babam haklıydı, darbe olamazdı artık Türkiye’de. Fakat basbayağı terör örgütü FETÖ mensupları bunu yapmaya çalışıyordu. Babam telefonda devam etti, “Hangi Türkiye’de, hangi çağda yaşıyoruz, kim destek verir darbeye?” Ardından bana hesap sorar gibi darbenin olamayacağını, kimsenin bu işe girişemeyeceğini anlattı. Televizyonu açmasını söyledim. Daha sonra annemle, evdekilerle selamlaştık, helalleştik, birbirimizi Allah’a emanet ederek telefonu kapattık. Babamın o cümlesi aklıma kazındı. Bu FETÖ mensuplarına kim destek verirdi ki? 

15 Temmuz gecesi ve sonraki günlerde, birinci sene-i devriyesine geldiğimiz bugünlerde bu destek konusu hep gündemde oldu. Gözaltına alınanlara, tutuklananlara bakıyoruz. Yan yana gelmeyecek isimler var. 


Ve bu ilişkiler ispatlanıyor, deliller ortaya konuyor. Müslümanların iman kimyasıyla oynayan, inanca zarar veren, Batı’nın, Haçlıların piyonu FETÖ ve mensuplarına her kim destek veriyor, katkı sunuyorsa bir an önce yakalanması, yargılanması ve bunun sürüncemede bırakılmaması dileğimizdir. Bilgi kirliliğinin önüne geçilmeli ve gereken yapılmalıdır. Bilgi kirliliği derken, yaşanan hadiseyi, bilerek veya bilmeyerek sulandıran, yönünü çevirmeye çalışan fikirler tüm siyasi görüşlerde mevcut. 


15 Temmuz’un ve FETÖ’nün karşısına siyasi kimlikle çıkmamalıyız. Müslüman kimliğimizle çıkarak, bunların ve Batı’nın karşısında dik durmalıyız. Tanrı Dağları arkamızda, cephemizde Hıra Mağarası. Tüm dünyada Müslüman eşittir; Türk, Türk eşittir; Müslüman olarak bilinir. İstediği kadar kişi ateist veya Marksist olsun, Türkiye’de yaşıyorsa Müslümandır. 
Daha ötesi ve başkaca açıklaması yok. Özellikle bu coğrafyada, İslamiyet farklı bir hale getirilmeye çalışılıyor. Muhalefetlik ve muhaliflik adına çıkış yaparak, bilerek/bilmeyerek Batı’ya hizmet eden çevrelerin bu ruh hallerinden bir an önce kurtulmaları gerekmektedir. 

Geçmişte, yine, bilerek/bilmeyerek Batı’ya hizmet edenler olmuştur. Bu hizmet edenlerin önemli bir bölümü Ruzi Nazar etrafında toplanmıştır. Kimdir bu Nazar? Çok ilginç ve sıra dışı bir hayatı var. Ezcümle anlatmaya çalışacağım. Özbekistan’ın Fergana bölgesinde 1918 yılında dünyaya gelen Ruzi Nazar, 2. Dünya Savaşı’nda ülkesinin bağlı bulunduğu Sovyetler Birliği ordusunda silah altına alınır. 


Nazilere karşı yapılan savaşta Alman cephesinde esir düşer. Esareti esnasında Almanya tarafından SSCB’ye karşı kurulan Türkistan Lejyonu’nda aktif olarak yer alır. Savaş sonrası Almanya’da, eski ABD başkanlarından Roosevelt’in CIA uzmanı olan oğlu ile tanışır. Amerika’ya gider, bu ülkede çalışır ve ajanlık eğitimi alır. Yine Roosevelt’in çocukları sayesinde CIA kadrosuna alınır. 1959 yılından itibaren 12 yıl Türkiye’de yaşayan Nazar, Almanya ve ABD’de de ikamet etti. 

2010 yılında Manavgat’a gelip yerleşen Ruzi Nazar, 30 Nisan 2015 tarihinde 98 yaşında Fethiye’de vefat etti. ABD belgelerine göre adı Rusi Nasar ve bu ülkenin vatandaşı; nüfusa kayıtlı olduğu ülke ise anavatanı Özbekistan’dır. Türkiye’de gerçekleşen bütün darbelerin hemen yanı başında oldu. 12 Eylül darbesini aylar önce yakın çevresine söyledi, tedbir almalarını istedi. Türkeş’ten Demirel’e, Özal’a kadar önemli siyasi isimlerle görüşmüşlüğü vardı. Çok yakın çevresi incelendiğinde FETÖ’ye kadar ulaşmanız ihtimaldir. 40 yılı aşkın süre Türkiye’yi dizayn eden CIA’nın ajanı olan Ruzi Nazar’a görevinin ne olduğu sorulduğunda verdiği cevap hep aynıdır; “SSCB’ye karşı, komünizme karşı mücadele ettim.” 


Doğrudur, Türkiye’yi merkezine alarak; milli komünizmi savunan BAAS’çılara karşı da savaşmıştır. BAAS’çıların etkin olduğu Arap ülkelerinde Ruzi Nazar’ın izlerine rastlamak mümkündür. Türkiye’nin kaderiyle de oynadı diyebileceğimiz Ruzi Nazar, arşivlere girdiğimiz de adeta bizlere akıl oyunları oynatmaktadır. Kızı Zülfiye, dünyanın bildiği adıyla Sylvia Nazar, sinemaya da uyarlanan “Akıl Oyunları” romanının yazarıdır. 


Türkiye’deki her karışıklığın etrafında rastladığımız Ruzi Nazar 15 Temmuz’da yoktu. Fakat ardıllarının 15 Temmuz’da olduğu ihtimaldir.

MEHMET POYRAZ

SEBÎLÜRREŞAD DERGİSİ TEMMUZ 2017, CİLT: 41 SAYI: 1018