19 Aralık 2017 Salı

Mehmet Âkif ve Rusya Müslümanları – 1

Başyazarlığı döneminde Rusya Müslümanlarına; Sırâtımüstakim ve Sebîlürreşad’da özel bir ilgi gösteren Mehmet Âkif, onların seslerini duyurması adına oldukça çaba göstermiştir. 1917’deki Ekim Devrimi sonrası yaşanan süreçte “bağımsızlık” hareketine katılan Müslümanların bu dergilerdeki yazılardan beslenerek bilinçlendiğini de söyleyebiliriz...


İttihad-ı İslam
Sebîlürreşad’daki fikir yürüyüşüne 1908 yılında başlayan Mehmet Âkif Ersoy, Fatih camisinde yazdığı ve derginin ilk sayısında yer alan şiirinde babasıyla olan bir anısını paylaşır; “Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir ‘Bu gece sizinle camiye gitsek de gelsek erkence. /Giderseniz geliniz, sâde orada uslu durun’ deyip alırdı beraber benimle kardeşimi…”[1] Âkif, şiirin devamında camideki yaşadıklarını da detaylandırır. Fatih Camii isimli bu şiirinde Mehmet Âkif’in çocukluğuna ve geçmişe duyduğu özlem de açıkça gözlenir.
Âkif’te gözlenen sadece geçmişe duyduğu özlem değildir, ümmeti de özler, ümmet birliğini de özler. Bu birliğin tohumları derginin önceki adı olan Sırâtımüstakim’de atılır. Daha sonra Sebîlürreşad adını alan dergide Âkif’in ümmet birliği fikirleri daha da güçlenerek devam eder. Ümmetin bir arada olması gerektiğini her daim vurgulayan Mehmet Âkif, Sırâtımüstakim ile Sebîlürreşad’a dünyanın dört bir yanından Müslüman kalemlerden yazı alır. Kimilerini tercüme ederken, kimilerini de olduğu gibi yayınlar. Âkif’in kaygısı İttihad-ı İslam’dır.

Rusya’ya etkisi
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yayın hayatına başlayan Sebîlürreşad’a dünyanın dört bir yanından gönderilen yazılar; Avrupa ülkelerinden, Balkanlardan, Hindistan’dan, Yemen’den, Arabistan’dan, Pakistan’dan, Çin’den ve Rusya’dan gelmekteydi.
En dikkat çekici ve fazla bilinmeyen yazılar hiç şüphesiz Rusya’dan gönderilenlerdir. Sebîlürreşad’da, Rusya bölgesiyle ilgili çıkan her yazı, Çarlık rejimi tarafından satır satır okunup, arşivlenmiş, raporlar haline getirilerek, kendilerince önlemler alınmaya çalışılmıştır. Çok sonraları, Sebîlürreşad’da yazan isimleri, günümüzde, farklı sahada görmekteyiz. İki bölümden oluşan bu yazımızda yer alan kimi isimlere, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı, Rusya’da ise Ekim Devrimi’nin sonrasında oluşan yeni zeminlerde rastlamaktayız. Günümüzde bu isimlerin kimileri bilinirken, kimileri de bilinmemekte. Sovyet rejiminin oluşmasında, bağımsız bir devlet kurma ve inançlarını özgürce yaşayabilme hayaliyle Rusya Müslümanları gayret göstermiş ve ağır bedeller ödemiştir. Hiç şüphe yok ki; bu Müslümanların fikirlerinin oluşmasında Sebîlürreşad’a Rusya’dan yazan kalemlerin önemli katkısı olmuştur.

Rusya’da yasaklanır
Derginin Rusya’ya girmesi yasaklanır bir dönem. Sebîlürreşad; Buhara, Kazan, Ufa, Kırım, Petersburg, Odesa, Orenburg ve Moskova gibi Rusya’nın belli başlı bölgelerine abone yoluyla ulaşmaktaydı. İslam coğrafyasının Rusya kesiminde yaşayan Sebîlürreşad yazarlarını ve yazılarını; kendi bölgelerinde gerçekleşen Bolşevik - Ekim Devrimi’nin 100’üncü yıldönümünde, içinde bulunduğumuz Aralık ayı itibariyle de, rahmetle andığımız üstadımız Eşref Edib Fergan’ın vefatının 46’ıncı yıldönümünde, yine üstadımız ve Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un da vefatının 81’inci yıldönümünde siz değerli okurlara anlatmaya çalışacağım.

1905 Devrimi
Rusya’da Müslümanların yazılar yazması, fikirler beyan etmesi 1905 yılı sonrasına daha çok rastlamaktadır. Dönemin Sovyet sosyalistlerinin öncü devrim dedikleri “1905 Devrimi” gerçekleşmiş, tıpkı İkinci Meşrutiyet sonrası Osmanlı’da olduğu gibi Millet Meclisi kurulmuş çeşitli etnik kökene mensup milletvekilleri Duma’ya, yani Meclis’e gönderilmiştir. Rusya’daki 1905 Devrimi ile Osmanlı’daki İkinci Meşrutiyet’in ilanı birbirine benzer diyebiliriz.
İlk Duma (Rusya Meclisi)’da yaklaşık 35 tane Müslüman temsilci vardı. Rusya’da kısıtlı da olsa oluşan fikir özgürlüğü kapsamında çeşitli gazete ve dergiler Çarlık topraklarında yayın hayatına başlar. Müslümanların fikirlerini beyan etmeleri kolay olmaz, sansüre uğrarlar, tutuklamalar ve sürgünler meydana gelir. Osmanlı merkezli Sebîlürreşad’da yazmaları daha etkileyicidir. Zirâ dergi daha geniş alana hitap etmektedir. Sırâtımüstakim ve Sebîlürreşad’da yazılar yazan bölge Müslümanları, Rusya Çarlığını oldukça rahatsız eder.

İlk yazan Müslümanlar
Rusya’dan Sıratımüstakim’de ilk yazan kişi Kazanlı Halim Sabit’tir. 1883 yılında, Kazan’a bağlı Simbir adıyla da bilinen Simbirsk’in Küçük Tarhanlı köyünde doğdu. Simbirsk daha sonra Ulyanovsk adını alarak Rusya Federasyonu’na bağlı bir şehir haline geldi. Yaşamının neredeyse büyük bölümü eğitim ve öğrenmekle geçen Kazanlı Halim Sabit bir süre, Ural Nehri yakınındaki Orenburg şehrinde bulunan Hüseyniye Medresesi’nde müderrislik görevini üstlendi. O dönem Kazan bölgesinden pek çok genç tahsil için İstanbul’a akın etmekteydi.
Kazanlı Halim Sabit’te bunlardan biri oldu. İstanbul’da Mercan İdâdîsi’ne kaydını yaptıran Halim Sabit, okuldan artan kalan zamanlarında da, Fâtih Camii’nde dönemin tanınmış âlimlerinden Dağıstanlı Abdülfettah Efendi’den dersler aldı. Dârülfünun İlâhiyat’ta öğrenciyke Sırâtımüstakim’de yazılar yazmaya başlar. Öğrenme aşkı bitmeyen Halim Sabit, Orta Asya’daki Türk topluluklarının yaşamlarını incelemek üzere Türkistan’a ve Altaylara yolculuk yapar. Bu gezisinde kayıt ettiği notları, hemşerisi Yusuf Akçura’nın dergisi Türk Yurdu’nda yayımlanır. Yine bu gezisinde evlenir. 1912 yılında tekrar İstanbul’a gelir  ve ulûm-i dîniyye muallimi olarak Gelenbevî İdâdîsi’ne tayin edilir. 1914’te Mahmud Esad Efendi’nin yanında târîh-i dîn-i İslâm ve târîh-i edyân dersleri müderris muavini olarak ve aynı yıl Mahmud Esad Efendi’nin Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi reisliğine getirilmesi üzerine müderris sıfatıyla Dârülfünun’un Ulûm-ı Şer‘iyye Şubesi’nde  derslere girdi. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar’a esir düşen Müslüman askerlerin hayat şartlarını incelemek üzere Tunuslu Şeyh Sâlih, Abdürreşid İbrahim ve Ağaoğlu Ahmet’le beraber Kazanlı Halim Sabit de farklı tarihlerde Berlin’e ziyaret gerçekleştirir. 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrim’in patlak vermesi üzerine İstanbul – Bakü yolu açılır. Yolun açılmasıyla beraber Rusya’dan İstanbul’a doğru kimi Müslümanlar göç eder. İstanbul’da, Rusya’nın Mazlum Milletleri Cemiyeti kurulur. Kazanlı Halim Sabit bu cemiyette, Hüseyinzâde Ali Turan ve Köprülüzâde Fuad ile birlikte hareket eder. İstanbul’da yaşadığı ilk yıllarda siyasi yaşam hayli hareketlidir. Hiçbir siyasi harekette yer almayan Halim Sabit, dönemin hükümetine Rusya ile konularda danışmanlıkta yapar.
1919 yılından 1939’a kadar ticaretle uğraşan Kazanlı Halim Sabit bu yıllarda yaşamının büyük kısmını Avrupa ve Baltık ülkelerinde, Rusya’nın bazı şehirlerinde geçirdi. Azda olsa Türkiye’ye gelip gitti. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla 1939’da Türkiye’ye döndü. Avrupa’da yayımlanan ve Türkçeye tercümesi için hazırlıklara başlanan İslâm Ansiklopedisi’nde; ilkin hazırlık memuru, sonra neşir bürosu kâtibi olarak 1944 yılına kadar görev yaptı. Ansiklopediden hemen sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Heyeti âzalığına tayini yapılan Halim Sabit Şibay 27 Aralık 1946 yılında Ankara’da vefat etti.[2] Mehmet Âkif gibi 27 Aralık’ta vefat eden Şibay’ın kabri Cebeci Asri Mezarlığı’ndadır.  Eşref Edib Fergan’ın Mehmet Âkif Ersoy’u anlattığı kitabında da adı geçer Kazanlı Halim Sabit’in.[3] Adı son devir din alimi olarak tarihteki yerini alan Halim Sabit Şibay, 1 Ekim 1908 tarihli Sırâtımüstakim’deki ilk yazısı Hutbelere Dâir başlığı taşımaktadır. Hutbe’yi tanımlar; “Hutbe, Cum’a ve bayram namazlarında, cem’iyet ve meclislerde, dini, ilmi, siyasi olarak mühim mevzuular üzerine irâd edilen sözlere ıtlak olunur. Nutuk dahi hutbe ile müteradiftir…”[4] Vefatının 71’inci yıldönümünde rahmet andığımız Halim Sabit Şibay Sebîlürreşad’da da yazılar kaleme alır. 28 Mart 1912 tarihli Sebîlürreşad’da Hac ve Kabe konulu bir yazı dizisine başlayan Şibay’ın buradaki imzası sadece Halim Sabit’tir. Kazanlı kelimesini kaldırmıştır yazılarındaki imzalarında. Sebîlürreşad’daki ilk yazısına şöyle giriş yapar; “Hac, Kabe… İki tarihi kelime. İki kelime ki güya lafız ile manası, sebep ile müsebbibi gibi beraber olarak tarihin amâk mechulesi içinde karışıp giderler.  Öyle ki tarih bunların mebadilerini tayin hususunda mütezebzib bulunuyor.”[5]

Bilinmeyen yazarlar
İstanbul’da yaşayan Kazanlı Halim Sabit’ten sonra, Sıratımüstakim’de, Rusya Müslüman coğrafyasından yazan ilk isim A. Sevindik’dir. Günümüzde Başkurdistan’ın başkenti Ufa’dan yazılarını yollayan A. Sevindik’in ilk yazısının başlığı “Rusya Müslümanlarında Dil ve Edebiyat”tır. 31 Aralık 1908 tarihli bu ilk yazısında Rusya Müslümanlarının etnik kökenlerinden bahseder ve Türk boylarını tarif ederek dilde anlaşamadıklarını anlatır;
“Rusya Müslümanları Avrupa ve Asya kısmı itibariyle, Tatar, Mişar, Başkurd, Nogay, Kafkaslılar, Kırgız, Türkmen, Sart, Özbek ve Tacik namlarıyla bir çok kabile ve ensabın birleşmesinden müteşekkil bir millettir. Dinen ve ekseri neseben hep birdirler. Fakat lisan, âdet ve tarz-ı muameleleri ayrı ayrıdır. Türkistanlı bir Sart ile (Müslüman olduğu halde) Kazanlı bir Tatar konuşamaz ve Müslüman namıyla ülfet hasıl edemez. Şive ve maksudu ifada gösterilen başkalıklar pek büyük müşkülatı mucip olur.”[6]
Sevindik yazısında Rusya meclisindeki 35 kadar Müslümandan da bahseder ve bunların birbirleriyle Rusça konuştuklarına dikkat çekerek; “Öyle ise böyle bir kavmin edebiyatı nerede olur? Elbet edebiyattan külliyen mahrumdurlar.”
Yazısının detayında okuyucularından özür dileyerek, Osmanlıda ve Rusya’da yaşayan Müslüman Türklerin birbirleriyle anlaşacağı özel bir dilin oluşturulmasını isteyen Sevindik; “Bundan 20 sene evvel İngiltere’de bir tek Müslüman yok iken şimdi Liverpool ve Manchester’da yirmi otuz bini mütecaviz ehl-i İslam vardır. Bunlar gibi Avrupa’da İslamiyeti kabul edenler daima tezayüt etmektedir. İşte bunlara da dilleri, hurufatları ile Kuran-ı Kerim gibi dini kitaplar yazmak müşkil olacaktır. Cümlesini kabul eder suretde vâsi bir alfabe teşkil etmemiz elzemdir” ifadelerine de yer verir. Yaşamı hakkında bilgilerine ulaşamadığımız Sevindik’in bundan başka bir yazısı daha yayınlanır Sırâtımüstakim’de.
Mehmet Âkif Ersoy’un Baş Muharrirliğindeki Sırâtımüstakim’de, bölgeden yazan bir başka Müslüman kalem Troytskili Ahmed Tâceddin’dir. Abdürreşid İbrahim’le yakınlığıyla da bilinen Ahmed Tâceddin’in ilk yazısı 25 Mart 1909 tarihinde çıkar. “Rusya İslamları” başlıklı yazısında, bölgede yaşayan Müslümanların etnik kökenleriyle ikamet ettikleri coğrafyaları kısaca özetleyen Troytskili Ahmed Tâceddin, yine Rusya bölgesinde Müslümanların Ruslara olan öfkesinin yükseldiğini öne sürer. Osmanlıyı yücelten sözlere de yer vererek; “Osmanlıların saadeti, bizim saadetimiz demek olduğundan şu kâfil-i saadet olan devr-i hürriyet bir Osmanlı kalbinde ne gibi te’sîratı mûcib olduysa bizimde kalbimizde aynı te’sîrat mûcib olmuştur.”[7]
Troytskili Ahmed Tâceddin’in biyografisi,  Ufa’dan yazılar yollayan A.Sevindik gibi fazla bilinmese de memleketi hakkında tahmin yürütmek mümkün.  Ön adından, Troytskili kelimesinden yola çıktığımızda, Rusya bölgesinde iki şehirle karşılaşmaktayız. İkisinin de adı Troitsk (Troytsk). Bu şehirlerden biri Moskova’ya 40 kilometre mesafede. Diğeri ise, Rusya – Kazakistan sınırında, Ural dağlarına yakın. Ahmed Tâceddin’in memleketi ikinci ihtimal olabilir, Ural dağları civarından.

Teârüf-i Mûslimîn dergisi
Troytskili Ahmed Tâceddin’in Abdürreşid İbrahim’le olan yakınlığının detayına indiğimizde bu sefer karşımıza Teârüf-i Mûslimîn isimli dergi çıkmaktadır. Yayın hayatı kısa olan bu dergi fazla bilinmemesine rağmen, o dönem İstanbul’da yaşayan Rusya Müslümanları adına önemli bir yayın organıydı. Ahmed Tâceddin ve Abdürreşid İbrahim bu dergide birlikteydiler. 1910 ile 1911 yıllarında 32 sayı olarak yayın hayatını sürdüren Teârüf-i Mûslimîn’in künyesinde, sahibi olarak Ahmed Tâceddin ve Yakup Kemal, Sorumlu Müdürü olarak ta Osman Cudi görünmektedir. Bir ibare bulunmasa da başyazarının Abdürreşid İbrahim olduğu iddia edilmekte.[8] Yalnız her ikisinin de bu dergide imzalı yazıları mevcuttur.

Enver Paşa - Abdürreşid
Sebîlürreşad’da bir dönem önemli yazılar kaleme alan Abdürreşid İbrahim, Seyyâh-ı Şehîr unvanıyla da anılır. Abdürreşid İbrahim, Afrika’dan Japonya’ya kadar olan coğrafyayı dolaşarak tebliğler de bulundu. Japonya’da İslamiyetin yayılmasını da sağlayan Abdürreşid İbrahim, bir müddet İstanbul da yaşadı. Osmanlıya ve İslam’a sahip çıkmasıyla da bilinir. Enver Paşa ile irtibatlı olduğu da bilinen Abdürreşid İbrahim, Libya’da Bingazi’de yaşadıklarını 14 Mart 1912 tarihli Sebîlürreşad’da yazıya döker;“Ben bu şark cihetini, ki Enver Paşa’nın taht-ı kumandasında bulunuyor, biliyorum, bu taraftaki asâkir-i nizamiyemizin nihayet beş yüzü tecavüz etmez. Onunda bir çoğu sakat makat, hasta, hep eskiden kalma, kalan kısmı hep mücahidin-i kirâm, gönüllü. Zâbitânımız var, onlar da gönüllü. Bugünkü hâl ve keyfiyet bunu gösteriyor ki; Enver Paşa’nın ve sair erbab-ı hamiyyetin çalışmaları sayesinde inşallah mesele tamamıyla bütün âlem-i İslam’ın arzusuna muvafık hallolunacaktır.”[9] 1857 yılında Sibirya’da, Özbek kökenli bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen, Rusya’da Abdürreşid İbrahimov ve Reşid İbrahim adıyla da bilinen Abdürreşid İbrahim 1944 yılında Japonya’da vefat etti. Kabri Tokyo’dadır.

Japon Türkolog anlatıyor
Kasım 2017’de Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün organize ettiği; 2.Uluslararası Osmanlı Coğrafyası Arşiv Kongresi vesilesiyle bir araya geldiğimiz, Tokyo’daki Toyo Üniversitesi Sosyoloji Fakültesi ve Asya Kültürlerini Araştırma Enstitüsü’nün Profesörlerinden önemli bir Türkolog Nobuo Misawa ile burada Sebîlürreşad standında özel bir görüşme gerçekleştirdik. Nobuo Misawa, İbrahim’in ilk olarak 1909 yılında Japonya’ya geldiğini ve dönemin Başbakanı ile görüştüğünü de belirtmekte. Japonya’da Abdürreşid İbrahim’in çok iyi bilindiğini de söyleyen Profesör Nobuo Misawa Sebîlürreşad’dan da bahsetti; “Benim ülkemde, Japonya’da, okuyan herkes Sırâtımüstakim’i ve Sebîlürreşad’ı çok iyi bilir. Asya ve Müslüman araştırmalarında çok özel bir yeri vardır. Her zaman ilk önce Sebîlürreşad’a bakılır.”

Rus elçiliğinden takip
O dönem Rusya’nın İstanbul Büyükelçiliği İslamcı dergileri yakın takibe alır. Bu dergiler; Sırâtımüstakim ve Teâruf-i Mûslimîn’dir. İki derginin de ortak özelliği Rusya Müslümanlarının yazılarına yer vermesidir. 1910 yılında İstanbul Rus Büyükelçiliği’nden Rusya’ya bir rapor gönderilir. Rapor, II. Abdülhamid dönemi ve sonrasını içermektedir. İttihadi Terakki’den Şeyh Said’e, Sırâtımüstakim’den Musa Kazım Efendi’ye kadar birçok isim raporda yer alır. Sırâtımüstakim, Abdürreşid İbrahim, Ahmed Agayef ve Ahmed Tâceddin’den özellikle bahsedilir. Bu rapordan çalışmamızın ikinci bölümünde detaylı şekilde bahsedeceğiz. Sebîlürreşad’da yazıları yayınlanan diğer Rusya Müslümanlarına gelince, Kırım’dan İsmail Gaspıralı ve Yakub Cemal, Kazan’dan Muhammed Ayaz İshaki, eskiden Kazan’a bağlı olan Simbir,, yeni adıyla Ulyanovsklu Yusuf Akçura, Bakü’den Mehmet Emin Resulzâde.

Sadri Maksudi Arsal
Yine Rusya Müslümanlarından, bölgesinde Sadri Maksudof olarak bilinen Kazanlı Sadri Maksudi Arsal’ında yazıları Sebîlürreşad’da yer almıştır. Rusya’daki gazetelerde yazan Maksudi’nin yazıları iktibas şeklinde olmuştur. 1880 yılında Kazan’da dünyaya gelen Arsal, 1895 yılında Rusça öğrenmek üzere Kırım’a geçer. Burada İsmail Gaspıralı ile tanışır.[10] Arsal’ın Rusya’daki yaşamı büyük oranda siyasetle geçmiştir. İdil – Ural sahasında bağımsız bir devlet için çaba gösterdi. Sadri Maksudi Arsal, 1917 Bolşevik Devrim sonrası Ufa merkezli kurulan İdil-Ural Özerk Devleti’nin Cumhurbaşkanlığını yaptı. Bolşeviklerle anlaşamaması sonrası üzerine Finlandiya üzerinden Avrupa’ya geçen Arsal burada Sorbonne Üniversitesi’nde bulundu. 1925 yılında dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Türkiye’ye davet edildi. Hamdullah Suphi Tanrıöver’de Sebîlürreşad yazarlarındandır. 1931 yılında, Sadri Maksudi Arsal, Yusuf Akçura ile birlikte Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yer almıştır. CHP ve DP’den Milletvekilliği de yapan Arsal 20 Şubat 1957’de İstanbul’da vefat etti.

Muhammed Ayaz İshaki
Muhammed Ayaz İshaki’nin yazıları Sebîlürreşad’da Kazanlı Ayaz imzası ile yayınlanmıştır. Kazan bölgesinde 1878 yılında dünyaya geldi. Bölgedeki Müslüman hareketinin önderleri arasında yer alır. Çevresinde etkili biri olan İshaki müthiş derecede Rus karşıtlığıyla da tanınır. Çarlık dönemindeki Rus karşıtlığının bedelini birçok kez tutuklanarak ve Sibirya ya sürülmekle öder. 1917’nin Mayıs ayında gerçekleşen Tüm Rusya Müslüman Kurultayı’nda hayli etkindi. Yine aynı yıl Moskova’da gerçekleşen, Milli Şura olarak ta adlandırılan Müslüman Milli Konseyi Yürütme Kurulu Başkanlığı’na getirildi. Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevik karşıtı oldu. Önce Japonya’ya gitti. Burada gazete çıkardı. Ardından Avrupa üzerinden Türkiye’ye geldi. 1931 yılındaki Kudüs Müslüman Kongresi’nde önemli görev üstlendi.[11] 22 Temmuz 1954 tarihinde Ankara’da vefat eden İshaki’nin cenazesi, vasiyeti gereği İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde Yusuf Akçura’nın yakınına defnedildi. Rusya’daki Bolşevik Müslümanların  önderi Sultan Galiyev hakkında İshaki’nin düşünceleri;“Bizde gerçek anlamda bağımsızlık hareketi vatanımızda Sultan Galiyev tarafından, dış ülkelerde ise bizi tarafımızdan yirminci yıllarda başlatıldı.”
Bahsettiğim Rusya Müslümanlarının hepsinin ortak bir arzusu vardı. Bağımsız Müslüman İdil Ural Devleti. Bu uğurda kimi canından oldu, kimileri sürgünde vatan hasretiyle vefat etti. Hatta sosyalist saflarda bile medet umdular. Bundan 100 yıl önce “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” lafına inanarak Bolşevik oldular. Kandırıldılar. Sebîlürreşad’da yazan Rusya Müslümanlarının, bilinçlenme adına bölge insanını etkilediğini de söyleyebiliriz.              Devam edecek

Gelecek sayıdaki yazımızdan başlıklar:

*Rusya resmi belgelerindeki Sebîlürreşad ve yazarlarıyla ilgili raporu ele alacağız.
*Mehmet Âkif’in Rusya üzerine kaleme aldığı yazıları irdeleyeceğiz.
*Sırâtımüstakim’deki hangi yazı Çarlık Rusyasını tedirgin etti?
*Sultan Galiyev ile ilgili yeni değerlendirmelerde bulunacağız.

Sebîlürreşad Dergisi, Aralık 2017, Cild: 42, Sayı: 1023,  S:26,27,28


Mehmet Âkif ve Rusya Müslümanları - 2








[1]- Sırâtımüstakim, Sayı: 1, Sayfa: 3, 14 Ağustos 1324, (27 Ağustos 1908)

[2]- Birinci, Ali – Çavdar, Tûba. Halim Sabit Şibay, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cild: 15, S:336,337

[3] - Fergan, Eşref Edib. Mehmet Âkif: Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, İstanbul, 1938

[4] - Kazanlı Halim Sabit, Hutbelere Dair, Sırâtımüstakim, Cild: 1 Sayı: 6, 1Ekim 1908, S: 88

[5] - Halim Sabit, Hac ve Kabe, Sebîlürreşad, Cild: 8 Sayı: 186, 28 Mart 1912, S: 55

[6] - A.Sevindik, Rusya Müslümanlarında Dil ve Edebiyat, Sırâtımüstakim, Cild: 1, Sayı:19, 31 Aralık 1908, S:300

[7] - Troytskili Ahmed Taceddin, Rusya İslamları, Sırâtımüstakim, Cild: 2 Sayı: 31, 25 Mart 1909, S: 75

[8] - Özbek, Nadir. İkinci Meşrutiyet İstanbul’unda Tatar İslamcıları, Müteferrika Yaz 2002, Sayı:21, S:48

[9] - Abdürreşid İbrahim, Afrika’da Mücahidin-i İslamiyyenin Ahvâline ve Müslümanlığın İstikbaline Dâir, Sebîlürreşad, Cild:8, Sayı:184, 14 Mart 1912, S:30

[10] - Akpınar, Turgut.  Sadri Maksudi Arsal, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cild: 3, S:397

[11]- Bennigsen, A.A., Wimbush, S.E., Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliği’nde Milli Komünizm, Anahtar Yayınları, 1.Baskı, Nisan 1995, İstanbul, S: 237
  

12 Kasım 2017 Pazar

Ekim Devrimi’nin 100.yıldönümünde Bolşevik Müslümanlar

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulmasında önemli rol üstlenen 
Müslümanlar tam 100 yıldır görmezden geliniyor ve şiddetli şekilde inkar ediliyor...

Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamı neden gizleniyor?

1917 yılında Rusya Çarlığında gerçekleşen sosyalist ihtilal tüm dünyada ‘Ekim Devrimi’ olarak bilinir. Bölge Bolşevikleri tarafından organize edilen sosyalist ihtilal, Jülyen takvimine göre Ekim ayında gerçekleştiğinden adı ‘Ekim Devrimi’ olarak hafızalara kazınmıştır. Tüm dünyanın kullandığı ve günümüzde dahi esas takvim olan Miladi’ye göre, ‘Bolşevik Devrim’, yani ‘Ekim Devrimi’ Kasım ayına denk düşmektedir. Rusya’da sosyalizme kadar Jülyen takvimi kullanılmıştır. Ardından Miladi’ye geçilmiştir. Yine dönemin Rusya’sında, Çarlık rejimi Jülyen’i dayatırken, bölge Müslümanları Hicri takvimden asla vazgeçmemiştir.
Devrimden sonra Rusya’da, ne Hicri kalır, ne de Jülyen. Hicri takvimi Müslümanlar hâlâ kullanır, zaten kullanılması da şarttır dini vecibelerimiz gereği.
Jülyen takvimine dönersek, M.Ö. 100 – 44 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Jül Sezar tarafından icat edildi. Sezar tarafından, kendine özgü ve Miladi’nin karmaşık haline getirilen Jülyen takviminin bir değişik versiyonu da Bizans İmparatorluğu tarafından kullanıldı. Bizans veya Ortodoks takvimi olarak bilinen bu takvim, 1453 yılında İstanbul’un fethinin ardından son buldu.
Kendini Bizans’ın mirasçısı ve Hristiyanların savunucusu gibi gören Rusya Çarlığı tarafından 1700 yılına kadar kullanılan Bizans takvimi, Balkanlarda da büyük ölçüde kullanıldı. Jülyen ile Bizans takviminin aralarındaki fark yılbaşı gününün ayrı tarihlerde olmasıdır. Bizans yani Ortodoks takviminde yıl, bir süre 1 Eylül ile başladı, nedenine gelince, Bizanslılar o dönem, Hazreti İsa’nın doğum gününü bu tarih olarak belirlemişti. Daha sonra Hazreti İsa’nın doğum tarihini 21 Mart yaptılar. Daha çok Rum Ortodoks Kilisesi ile Rus Ortodoks Kilisesi tarafından kullanılan Jülyen takvimi günümüzde hâlâ Rusya’da çeşitli kiliseler tarafından kullanılmaktadır.
Jülyen ve Bizans takviminin detayı dipsiz bir kuyudur. Önce, Katolik ve Ortodoks çatışması yani mezhep kavgası karşımıza çıkar. Avrupa’da ve Rusya’da bir zamanlar Katolikler için adeta sürek avı düzenlenmekteydi ve hunharca katlediliyordu. Batı dünyasında Jülyen – Bizans takvimi esaslı hiçbir hadise kayıtlarda yoktur, gündeme gelmez, buna İstanbul’un fethi de dahil. Fakat, Rusya’daki Ekim Devrimi her nedense Jülyen takvimine göre anılır. Tarihi kayıtlara bu şekilde geçen Ekim Devrimi üzerinden “Bizans ruhu” diri tutulmaktadır da diyebiliriz.
Müslüman Sosyalistleri
Komitesi
Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinden aylar önce, bölge Müslümanları sosyalist kimlik üzerinden bir çıkış yolu aramaktaydı. İkinci sınıf vatandaş muamelesi gören Müslümanlar adına Molla Nur Vahidov tarafından, günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı olarak Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da siyasal örgütlenmenin temeli atıldı. Vahidov’un önderliğindeki 1917’nin Nisan ayında gerçekleşen oluşumun adı Müslüman Sosyalistleri Komitesi’dir. Kısa adı MUSKOM olan bu komitenin ismi konusunda grup içesinde hayli tartışmalar ve fikir ayrılıkları da yaşanır. Vahidov’un arkadaşları ısrarla komitenin adının “Tatar Sosyalistleri” olmasından yanadır. Vahidov şiddetle karşı çıkar bu isme ve ısrarla komitede “Müslüman” kelimesinin geçmesinden yanadır. Molla Nur Vahidov’un isteği olur. Oluşumun adı Müslüman Sosyalistleri Komitesi olur. Vahidov’a göre, yok sayılan, aşağılanan ve ezilen Müslümanların kurtuluş hareketi Kazan’dan başlamalıydı. Komitenin sekreteri İbrahim Koliyev isim konusundan ve Vahidov’dan şöyle bahseder;
“Biz ne kadar komitenin Tatarlar arasında çalışması gerektiğini ve ancak o ölçekte iş yapabileceğini söylesek de, O kendi sözünden bir adım geri gitmedi. Tersine, bu komitenin bütün İslâm aleminde kurulacak komitelerle birlikte çalışması ve sadece Tatarlar arasında değil, belki bütün İslam dünyasında sosyalizm fikrini yaymaya çalışması gerektiği düşüncesinde ısrar etti. Bizde, sonunda ona katıldık ve ‘Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ ismiyle işe başladık.”[1]
Ümmetçilik Vahidov’un düşüncesinin merkezindedir. Ulusal kurtuluş değildi düşüncesi, öyle olsaydı eğer zaten “Tatar Sosyalistleri” ismini pekala kabul edecekti. Hedefi, Rusya Müslümanları başta olmak üzere tüm dünya Müslümanlarını, Doğu’nun mazlum halklarını hak ettikleri mevkide yaşatmaktı. Vahidov’un derdi ümmetti, İslam’dı. Sovyet devrimi sonrası yaşamını Türkiye’de sürdüren Abdullah Battal Taymas hatıralarında Vahidov’dan şöyle bahseder; “Kazan’da Mollanur Vahidov adlı birisi, Müslüman işçileri adına sosyal demokrat teşkilatı kurmuş ve Kızıl Bayrak isimli gazete çıkarmaya başlamıştı.”[2]
Şimdi burada, akıllara şu sentez de gelmekte; “İslam” ve “sosyalizm”, ne alaka değil mi? O dönemin sosyalistlerini, günümüzdeki sosyalistlerle bir tutmamak gerekiyor. Sadece Rusya, Kazan Müslümanları değil, aynı dönem yine Rusya’da, Osmanlı’da; Selanik’te, İstanbul’da ve Anadolu’da, Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler fikirlerinin içinde “sosyalist” kelimesi geçen ırkçı ve faşist oluşumlar kurmuşlardır. Bunlardan bazıları şöyle; Yahudi Sosyalist Selânik İşçi Federasyonu, Hınçak Sosyal Demokrat Partisi, Osmanlı Sosyalist Fırkası, Türkiye Rum Sosyalist Merkezi, Makedonya İç Devrimci Örgütü, Daşnaksutyun Ermeni Örgütü. “Komün” taraftarı Türkler de var. Bunlardan biri, Anadolu’dan Rusya’ya geçen ve orada Türkiye Komünist Partisi’ni kuran Mustafa Suphi’dir. 1883 Giresun doğumlu ve 28 Ocak 1921 yılında arkadaşlarıyla birlikte hunharca katledilen, cesedi Karadeniz’e atılan Mustafa Suphi ve arkadaşlarını yukarıda örnekler verdiğim örgütlerin düşünce yapısından ayrı tutmak gerekiyor. Mustafa Suphi panislamisttir. Suphi’ye alternatif olarak, o dönem Anadolu’da sipariş üzerine kurulan diğer komünist partiyi de hatırlatmak isterim.
1890’lardan itibaren etnik ve dini kurtuluş yolu arayan birçok oluşum, “sosyalist” kelimesini kullanmıştır fakat uyguladıkları meçhuldür.
Müslüman Sosyalistleri Komitesi’nin başkanlığına Molla Nur Vahidov seçilirken, yardımcılık görevine bir bayan getirilir. Adı; Emine Muhiddinova’dır. Her ikisi de komite sekreteri Koliyev gibi Tatar Türklerindendir.
Muhiddinova, Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ni anlatıyor;“Müslüman proletaryasını, Tatar proletaryasını Doğu’daki devrimci askerin öncü partisi yaparak, Doğu’nun bütün mazlum halklarını Avrupa kapitalizminin boğuşlarından azad etmek.”[3]
Ekim sonrası Sovyetleşme sürecine büyük ölçüde katkı sunan, Lenin ve Stalin’den sonra ilk gelen isim olan Sultan Galiyev, Molla Nur Vahidov ile 1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında gerçekleşen “Tüm Rusya Müslümanları Kongresi”nde tanışır. Moskova’da bir okul binasında gerçekleşen kongreye 450 delege davet edilir. Katılım oranı yüksek olur. Delege sayısı 980’e çıkar. Ve bir ilk de yaşanır; kongreye 112 kadın delegede katılır. Müslüman tarihinde ilk defa bu sayıda kadınlar ilgi gösterir bir kongreye. Moskova’daki bu kongre  sonrası Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ne katılan Sultan Galiyev burada kritik görevler üstlenir. Komitenin büyümesi adına önemli propaganda çalışmaları yapar. 1918 yılında Vahidov’un öldürülmesinin ardından MUSKOM’u yöneten Galiyev liderini hiçbir zaman unutmaz. Vahidov’un davasını olduğu gibi sürdürür.
Ekim devrimi süreci
1917 yılının sonbaharında, 7 Kasım’da Petrograd ve Kazan’da Ekim Devrimi kendini gösterir. Çoğunluğu Rus olan işçi, köylü ve düşük rütbeli askerlerden oluşan silahlı Bolşevikler bu iki şehrin yanı sıra ülke genelinde yönetime el koymaya başlar. Çar’ın idaresindeki Rus ordusunda görevli bulunan subayların Bolşevik tarafına geçmesi istenir. Taraf değiştirmeyen subaylar Bolşevikler tarafından tutuklanırken, kimileri de infaz edilir. Artık saflarda net olarak belirlenir; Beyazlar ve Kızıllar. Çar ve Geçici Hükümet yanlısı tek askeri güç Beyazordu’dur. Rusya genelinde Bolşevikler tarafından yerel hükümetler kurulur. Bu yerel yönetimlerin üyeleri belirgin şekilde Rus halkındandır.
Sultan Galiyev 1917’deki Bolşeviklerin darbesine Kazan’da şahitlik eder. Ülkedeki rejim değişikliğinin ilk günlerinde çoğu Müslüman gibi Galiyev’de fazla aktif değildir.[4]
Rusya’daki bu devrim alt sınıfın tetiklemesiyle başlamıştır. Birçok bölgede işçi sınıfıyla düşük rütbeli askerlerin birlikte hareketiyle kendini gösteren Ekim Devrimi, Kazan’da da yine düşük rütbeli askerlerin yönetime el koymasıyla tetiklenir. Kazan Askeri Garnizonu’nda görevli Rus astsubaylar tarafından, er düzeyindeki askerlere verilen emirler doğrultusunda yüksek rütbeli subaylar tutuklanır. Küçük bir karmaşadan sonra Bolşevik yanlısı sivil Ruslar garnizondaki astsubaylar tarafından silahlandırılır. Bu esnada da Kazan Müslümanları yaşanan hadiseyi kavramaya çalışmaktadır. Bir gün içerisinde gerçekleşen Bolşevik yanlısı askeri harekatın yanında Rus milisler de yer alır. Hadiselerin ertesi gününde artık her şey bitmiştir, Rusya’yı o esnada yönetmeye çalışan Çar yanlısı “Geçici Hükümet”in az sayıdaki taraftarları Bolşevikler tarafından teslim alınır. Rusya’nın bütün bölgelerinde olduğu gibi Kazan’ın yönetimini de Rus Bolşevikler üstlenir. Bir süre sonra, Kazan’daki barut fabrikasında çalışan yaklaşık 300 kadar Müslüman işçi, Bolşeviklere, kızıl muhafızlara katılır. Bu katılım, Müslümanların Kızıllara ilk yüksek sayıdaki katılımıdır.
Bolşeviklerden
Müslümanlara çağrı
8 Kasım 1917 tarihinde Sovyetler Kongresi gerçekleşir. Kongrede “Barış Kararnamesi” kabul edildi. Bu kararnameye göre, emperyalist savaşlara karşı ve ilhaklar ile tazminatların olmadığı bir barış uğruna savaş ilan edilmiş olup; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı benimsenir.[5] Ardından Bolşeviklerin lideri Lenin tarafından Müslümanlara çağrı yapılır. 1917’de Aralık ayının ilk günlerinde, Rusya basınında yer alan Lenin’in çağrısını, İstanbul’da yayınlanan dönemin gazetelerinden Vakit 2 Ocak 1918’de sütunlarına taşır;
“…Ey Rusya Müslümanları! Ey Volga ve Kırım Tatarları. Ey Sibirya ve Türkistan Kırgızları… Ey Kafkasya Tatar Türkleri ve Ey Kafkasya Çeçenleri. Bu saniyeden itibaren sizin dünyalarınız milli ve harsî (kültürel) müesseseleriniz her türlü müdahale ve taarruzdan beridir. Milli hayatınızı serbestçe tanzim ediniz. Size bu hakkı veriyoruz. Biliniz ki sizin ve Rusya’nın diğer milletlerinin hukukunu ihtilalin bütün kuvveti himaye edecektir. Siz de ihtilale ve onun salâhiyettar hükümeti olan hükümet-i hâzıraya yardım ediniz. Ey Şark Müslümanları! Ey Türkler İranlılar Araplar ve Hintliler, Avrupa asırlardan beri sizin canınızı, malınızı, hürriyetinizi ve vatanınızı bir ticaret metaı diye telakki ediyordu. Bu harbe ibtidâ eden haydutlar sizin memleketinizi taksim etmek istiyorlardı. Size beyan ederiz ki sâbık Çar tarafından İstanbul’un zaptına dair tanzim ve ahiren bertaraf ettiğimiz Kerenski tarafından teyid edilen hâfî muahedeler hükümden ıskat edilmiştir… Size şurasını da beyan ederiz ki Türkiye’nin mukassemesine ve Vilayeti Şarkiye’nin kendisinden ayrılmasına dair olan hafi muahede yırtılmıştır ve yok hükmündedir.
…Hind Müslümanları bile şimdiye kadar kanlarını içen İngilizlere karşı ayaklanmışlardır. Kaybedecek zamanımız yoktur. Siz kendiniz memleketinizin hâkimi ve efendisi olmalısınız. Mukadderatınızı kendi ellerinize almalısınız. Biz demokratça bir sulhe doğru kati ve azimkârane bir suretle ilerliyoruz. Bayraklarımızda her şeyden evvel cihanın milel-i mahkûmesini kurtarmak yazılıdır. Rusya Müslümanları, sizden muavenet bekliyoruz. Şark Müslümanları! Sizden de muhabbet ve teveccüh bekliyoruz.”[6]
Bolşeviklerin daha doğrusu Lenin’in bu sözlerine inanan binlerce Müslüman devrimde Kızıllar tarafında yer alır. Rusların oluşturduğu Kızılordu’ya katılmazlar. Aksine kendi birliklerini kurarlar; Müslüman Kızılordu.
Lenin ve ekibi biliyordu, Müslümanlar olmadan Sovyet devriminin gerçekleşemeyeceğini. Zira, aynı dönem Rusya Müslümanları da en başında da belirttiğimiz gibi çıkış yolu aramaktaydı. Müslümanlar, bağımsız bir İslam ülkesi hayali ile Bolşeviklerin yanında Beyazlara, Çarlığa karşı savaşmış, yeni rejimin temelini atmışlardır.
Bolşevik saflarda
Nakşibendi tarikatı
Sosyalist Müslümanlar, Sultan Galiyev ve Molla Nur Vahidov’un liderliğinde küçük gruplar halinde Ekim Devrimi sürecinde yer alırken, bir kısım Müslümanlarda bu uğurda tarihe not düşerler. Bunlar Nakşibendi tarikatının muhalif bir kanadını oluşturan, Kazan bölgesinde oldukça etkin olan, Veysiciler adıyla da bilinen Vaizitler’di.
1860’lı yıllarda kurulan Bahaattin Vaizov tarafından kurulan bu tarikat, bölgedeki Nakşilerin muhalif kanadını oluşturmaktaydı. Veyselciler olarak ta anılan bu tarikatın tüm mensupları küçük esnaflardı. Ekim Devrimi’ne örgütlü olarak katılan tek Müslüman grup olan Veysiciler çok tutucu olmalarıyla da bilinmekte.[7] İnançlarını gerekçe göstererek “Geçici Hükümet”i tanımayı reddeden bu tarikat ilginç bir şekilde Bolşeviklerin tarafında yer alarak devrimin gerçekleşmesine katkı sundular.
Veysiciler, kendilerinden olmayan Müslümanları dışlarken, bunları da sapkın olarak değerlendirmekteydi. Bu tarikattan olmayan Müslümanlarda Veysicilere iyi gözle bakmamaktaydı. Aralarında uçurum ve nefret duyguları hakimdi. Tarikatın dünya görüşünde, Tolstoy sosyalizminin de yer aldığı karma bir fikir de yer almaktaydı.
O dönem Veysicilere göre, Rus Bolşevikler, “Rus kafirler”in yönetimini kabul eden Müslümanlardan daha iyi idi. Yine Rus Bolşeviklerin önemli bir bölümü ateistti.[8]
Sosyalist devrimin gerçekleşmesi uğruna, bütün oluşumları yanlarına çeken Bolşevikler, Veysicilerden oluşan “Allah’ın Alayı”nı, Ekim Devrimi öncesi Eylül ayında silahlandırarak kendi hesaplarına savaşmalarını sağladılar. İşçi sınıfı adına devrim gerçekleştirmeyi planlayan Rus sosyalistlerin, bu tuhaf işbirliğinde üyeleri küçük esnaf olan, radikal Müslüman bir tarikatla beraber olması hayli düşündürücüdür. İki kuşak süren tarikatın kurucusu Bahaattin Vaizov Ruslar tarafından tutuklanarak psikiyatri hastanesine yatırıldı. Tarikatın lideri burada ölürken, yerine de oğlu İran Vaizov geçti.
Babasından daha radikal olan İran Vaizov birkaç defa Ruslar tarafından tutuklanıp serbest bırakıldı. 1917’ye gelindiğinde ise artık Bolşeviklerin yanındadır. Bolşeviklerin bu tarikatla olan işbirliğini yıllar sonra Sovyet tarihçileri anlatmakta hayli zorlanır. Geçerli bir açıklama yapamaz tarihçiler.[9]
Düşünün ki; devrimci proletarya ve cihat adına yola çıktıklarını savunan İslami bir örgüt yan yana.
1930 yılında, Tatar tarihçisi Saceddin bu tarikatla ilgili şu yorumu yapar;
“Elbette, Allah’ın Alayı Bolşevikler tarafından silahlandırılmıştı. Örgütsel açıdan bu karar elbette haklı idi. Fakat ideolojik açıdan bu önlem tehlikeli idi. Bu, din ile komünizmi bağdaştırmanın olanaklı olabileceği yanılsamasını yaratabilir ve Sovyet iktidarı ile mistik tarikatlar arasında benzerlik olduğu sanısını yaratabilirdi.”[10]
Sultan Galiyev’le hiçbir bağı olmayan bu tarikatın Bolşeviklerin yanında yer alması, İslami Sosyalizm düşüncesinin oluşmasında itici güç olup olmadığı da meçhuldür.
Devrimde Müslümanlar görmezden gelindi
Sultan Galiyev, Kazan Müslümanlarının Ekim’de fazla yer almayışlarının ezikliği içerisindedir. Galiyev, devrimden dört yıl sonra, 1921 yılında yazdığı “Tatarlar ve Ekim Devrimi” başlıklı makalesinde Ekim Devrimi’ndeki Tatar Müslümanları anlatır;
“Ekim Devrimi’nin dördüncü yılında Tatar halkının bu devrime katılmanın bilançosuna göz atacak olursak, itiraf etmek zorunda kalırız ki; emekçi yığınları ve Tatar toplumunun yoksul tabakaları devrime hiçbir katkıda bulunmamıştır.”[11]
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulması sonrası, Müslümanların Ekim Devrimi’nde fazla yer almayışları hep yüzlerine vuruldu. Müslümanların bu hali, dönemin Sovyet tarihçileri tarafından çarpıtılarak, Ekim’de olmayışlarının 100 yıl kadar konuşulması sağlandı. Ekim Devrim sonrası, ümmet bilinciyle Kızılordu saflarında savaşan Müslümanları kimse anlatmak istemedi. Müslümanlar, devrimin ilk günlerinde yaşanılanları, Rusların birbiriyle olan kavgası gibi görüp tarafsız kalmıştır. Müslümanların tarafsız kalmasını Bolşevik yanlısı olarak ta algılayabiliriz. Çoğu Müslüman, Bolşevik’in, sosyalizmin ne olduğunu dahi bilmeden, İslam ülkesi hayalleri ile ölümüne savaştı. Özgürce dinlerini yaşayacaklardı. Lenin’in çağrısı ve Sultan Galiyev’in gayretleriyle Bolşevik saflarda yer alan Müslümanlar, devrimin tamamlanmasının ardından verilen vaatlerin yerine getirilmesini istedi. Ne yazık vaatlerin hiç biri yerine getirilmedi. Önce Lenin oyaladı Müslümanları. Sonra Lenin ölünce Müslümanların ülke hayali suya düştü. Sovyetleri yönetmeye Stalin başladı. Basın yoluyla, edebiyat yoluyla haklarını isteyen Müslümanlar, Stalin’in emri ve planlarıyla tek tek yok edildi. Öncelikle Müslüman Kızılordu’nun önde gelenlerini katlettiler. 1918 – 1923 yılları arasında aktif olarak Sovyet devriminde yer alan Sultan Galiyev ve birçok aydın Müslüman vatana ihanet suçlamasıyla önce yalnızlaştırıldı, hapse atıldı, ardından infaz edildi. Bu kıyım 1938’lere kadar sürdü. Çoğunun mezarı dahi bulunamadı. Sovyetlerin yıkılmasının ardından katledilen bu insanların mezarlarına ulaşılmaya çalışılsa da nafile, fazla bir sonuç elde edilemedi. 60’larda, 70’lerde kendini Türkiye’de de göstermeye başlayan Sovyet eksenli sosyalist düşüncede, bağımsızlık ve İslam ülkesi adına canlarını veren Bolşevik Müslümanlardan hiçbir zaman bahsedilmedi. Ekim Devrimi gerçekleşmeden önce, Çarlık Rusya Erzurum’a kadar işgal etmiş, İstanbul boğazını ele geçirmenin hesabını yapıyordu. Yıllarca kimi kesim şu yalanı söyleyip durdu; “Sovyetler, Lenin ve Stalin Türkiye’ye iyilik etmiştir, faydası dokunmuştur. Çarlık ordusu Anadolu’yu işgal etmişti. Sosyalizm gelince buraları terk ettiler.”
Doğrudur, sosyalizm gelince terk ettiler ama neden? Bu sorunun doğru cevabını yıllarca gizlediler, çarpıttılar. Bolşevik saflarda yer alan Müslümanların gayretleriyle, Rus ordusu Anadolu’dan çekilmiş, İstanbul boğazını ele geçirme planı askıya alınmıştır. Stalin makamını sağlamlaştırdıktan hemen sonra ölünceye kadar İstanbul boğazında ve Kars bölgesi üzerinde hak iddia etmiş, ısrarla istemiştir.
Bölge Müslümanları hakkında bir diğer bilinmeyen ise, Bolşevikler eliyle Taşnaksütyun çetesi tarafından Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamıdır!




[1]Koliyev, İbrahim. Doğu’nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırlayan: Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:73-74, Alıntılayan: Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı, Haziran 2010, S:217

[2]Taymas, Abdullah Battal. Kazan Türkleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1.Baskı, 1966, S: 187

[3]Muhiddinova, Emine. “Şubat İhtilali Döneminde Mollanur”, Doğu’nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırl.: Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:46-47, Alıntılayan: Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı, Haziran 2010, S:217

[4]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:62

[5]Potskhveriya, Prof. Dr. Boris B. 1920 ve 1930’lu Yıllarda Türk – Sovyet İlişkileri, Türk – Rus İlişkilerinde 500 Yıl Sempozyumu (12-14 Aralık 1992), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.Baskı, 1999, S:189

[6]Cesur, Ertuğrul. Müslüman Sosyalistler, Ankara, Eskiyeni Yayınları, 1.Baskı, Ocak 2017,S:110

[7]Bennigsen, A. – Quelquejay, C. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran 1981, S:65

[8]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:62

[9]Bennigsen, A.A, Wimbush, S.E, Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliği’nde Milli Komünizm, İst, Anahtar Kitaplar,1.Baskı, Nisan 1995 S.263-264

[10]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:63

[11]Bennigsen, A. – Quelquejay, C. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran 1981, S:65-66


Sebîlürreşad Dergisi, Kasım 2017, Sayı: 1022



Amerika’nın komünizm üzerinden oyunları

Bir ülkede, iç savaş veya kargaşa meydana geldiğinde, tarafların kimler olduğundan önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin o bölgedeki çıkarlarını sorgulamak daha mantıklıdır. Bu yöntemle, iç savaş veya kargaşanın yaşandığı ülkede asıl amacın ne olduğunu kestirmek kolaylaşır...

İç savaş veya kargaşanın taraflarına gelince, hepsi türlü vaatlerle, dini kaygılar öne sürülerek kandırılmışlardır. Gerçeği öğrenmek, bunları anlatmak ise burada yaptığımız gibi uzun yıllar alacaktır. 
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin son 65 yılda dünya üzerinde gerçekleştirdikleri eylemleri anlamanın kodları ülkenin tarihinde gizlidir. 
ABD toplumu, hepimizin de bildiği gibi Avrupa kökenlidir. Dar gelen Avrupa kıtası buranın insanlarında yeni coğrafyaları keşfetme hissi uyandırmıştır. Bu keşiflerin başlıca nedeni gıda ve siyasidir. Avrupa’nın Doğu yolları 1453 yılında İstanbul’un fethi ile tıkanır. Bunun ardından artan nüfus ve çeşitli hastalıklar Avrupa’yı perişan eder. Arayış içerisinde olan Avrupalıların, 1492 yılında başlayan Amerika kıtasının işgali sonrası ABD 4 Temmuz 1776’da resmen kuruldu. Ülkenin kuruluşuna kadar, kıtada milyonlarca yerli insanın canına kıydılar. Sömürecek insan kalmayınca bu seferde, Afrika’dan getirdikleri yerlileri köle olarak yıllarca kullandılar, katlettiler. Bu köleler siyah tenli idi, şans eseri ölmeden hayatta kalanların torunları ikinci sınıf vatandaş olarak hâlâ günümüzde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
1860’lı yıllarda başlayan ABD yayılmacılığının öncesinden kısa bir sürece öncesine göz atacak olursak, yıllardır uyguladıkları politikalar konusunda nasıl deneyimli olduklarını görebiliriz. Ülke koca bir iç savaş gördü. 
1861 ile 1865 yılları arasında yaşanan iç savaşta insanlar birbirlerini canice öldürdü. Bu savaşı takiben sınıf savaşları. Siyah tenlilerin özgürlük istekleri bir yana,  işçi sınıfının hareketi ülkenin başına bela olur. İşçi sınıfın hak ve talepleri aslında iç savaş öncesine dayanır. Savaş sonrası işçi sınıfı tekrar hareketlenir. 
İşçi sınıfını savunduğu iddia edilen komünist fikrin öncüsü Karl Marks ilk yazılarını, Amerika’daki işçi sınıfına hitaben kaleme alır. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın kökeni de ABD’ye dayanırken, sendikacılık, işçi dayanışması yine bu ülkede ortaya çıkmıştır. Kendilerini sosyalist olarak gören işçilerin sendikasından sosyal demokrat partiye dönüşüm yaşanır. 1890’da Sosyalist İşçi Partisi, bu parti üyeleri tarafından 1897’de Sosyal Demokrat Parti kurulur. Her iki partinin üyeleri bir araya gelerek, 1901 yılında Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’ni kurar. Birinci Dünya Savaşı başladığında Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’nin üye sayısı 100 bini aşar. Sosyalist Amerikalıların bu davası kolay olmaz, gerçekleştirdikleri birçok grevde ve protestolarda yüzlercesi polis tarafından öldürülür ve tutuklanır. 
Bu partiler, işçileri temsil etmelerinin yanı sıra son evrede baş gösteren dünya savaşına da karşıdır. Birinci Dünya Savaşı adına seferberlik çağrısı yapan ABD hükümeti sosyalistler tarafından protesto da edilir, çeşitli hadiselerde yaşanır. Dönemin ABD hükümeti, savaşın yanı sıra kendi ülkesindeki sosyalistlerle mücadele ederken, 1917 yılında Kasım ayının başlarında Çarlık Rusya’da sosyalist devrim meydana gelir. Çarlık dönemine kadar Rusya’da Jülyen takvimi kullanılmaktaydı. 
Miladi 7 Kasım 1917 tarihinde gerçekleşen sosyalist devrim, Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’ye denk geldiğinden, ülkedeki Çarlık rejiminin devrilmesine Ekim Devrimi denilmektedir. 1919 yılına gelindiğinde, Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’ne mensup aşırı sol kanattaki ve taze komünist ülke Sovyetler Birliği hayranı bir grup tarafından yeni bir parti kurulur. 
Parti kurucuları, 30 Ağustos 1919’da gerçekleşen Sosyalist Parti Olağanüstü Kurultayı’nda partiden ihraç edilen isimlerdir. Bu isimler hemen ertesi günü 31 Ağustos 1919 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk komünist partisini kurar. Bu, Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi’dir. Sosyalist Parti içerisinde meydana gelen hizipçilik bitmez, 31 Ağustos’tan bir gün sonra, 1 Eylül 1919 tarihinde II. Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi kurulur. Her iki parti de 2 yıl kadar siyasal yaşamlarına devam eder. İşte bu yıllarda ABD’nin başı iyice ağrır. İşçi sınıfı hareketi, dünya savaşı, sosyalistlerle mücadele derken bu seferde ülkede iki komünist parti kurulmuştur. Bu dönemde yüzlerce ölüm, binlerce tutuklama yaşanır Amerika Birleşik Devletleri’nde. Bunların hepsi ABD hükümetinin eliyle olur. 1921 yılına kadar varlığını sürdüren komünist partiler birleşme hususunda devamlı olarak istişare halinde oldular. Yasal olarak çalışmalarına hükümet tarafından izin verilmediğinden ülkedeki komünistler umutlarını Aralık 1921 yılında kurulan İşçi Partisi’nde bağladılar. Bunda da başarılı olamadılar. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’den Lenin, 2 Ağustos 1921 tarihinde,  “Uluslararası Proletaryaya Çağrı” başlıklı bir bildiri yayınladı. Lenin bildirisinde, tüm dünyadaki işçilere sesleniyor, Sovyet Rusya’ya yardım etmelerini istiyordu. ABD’li komünistler bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve hatırı sayılır para topladılar. 1923 yılında yasadışı Komünist Partisi ile yasal İşçi Partisi birleşerek, önce İşçi Partisi adıyla, daha sonra ABD Komünist Partisi adıyla ve legal biçimde yollarına devam ettiler. 1920’li yıllarda ABD meşhur “Buhranlı Dönem”e (1929-1930) doğru giderken, ülkenin komünistlerinde yıllarca süren fikir ayrılığı, daha yıllarca sürecektir. 
1945’lerde komünistler ABD’de yine bölünür, kimi zaman Lenin’i eleştirirler, fikirleri eskimiş derler, kimi zamanda Karl Marks eleştirilerden nasibini alır. 
Komünistler ülkedeki siyasi çalışmalardan nasıl bir deneyim kazandılar, fayda sağladılar bilinmez. Önümüze düşen bir gerçek var bildiğimiz. ABD yönetimi ülkesindeki iç savaştan ve komünist faaliyetlerden öyle tecrübe sağladı ki, diğer ülkelerin siyasal ve coğrafi şekillenmesinde hep oyun kurucu olmuştur. ABD oyun kuruculuğunu, devlet olarak değil, sivil toplum kuruluşları ve şirketler eliyle yapmıştır. ABD menşeili dernekler ve şirketler oyun kuruculuğa alet edilirken, hedefte olan ülkelerin milli ve manevi duruşlarından da faydalanılmıştır. Sadece Türkiye’yi örnek verecek olursak, 1950’li, 1960’lı, 1970’li yıllara gitmemiz gerekiyor. Ne olmuştu o yıllarda? 1950’li yıllarda, Türkiye’nin kutuplaşmasına zemin hazırlandığı yıllarda diyebiliriz. 
Ülkede sadece din üzerinden ve üzerine komünizm korkusu da eklenerek bizi nasıl ayrıştırdıklarını on yıllar sonra rahatça görebiliyoruz. O dönemin çoğunluğunun saf Müslümanların oluşturduğu gençlerin bu oyunları anlaması yıllar sürmüştür. 1950’li yıllara kadar Türkiye’de okutulan, okunan kitap bilgilerinden haberiniz var mı? Ankara’da işi sadece tercüme olan bürolara sipariş verip kitap çevirtilen bir dönemden bahsediyoruz. Folklor, yani halk bilimine bütçe ayrılıp, Anadolu’daki yerel hikayelerin derleyicilerine telif ücreti ödenirken, bir kişiye bile denmemiş ki; “Dünya ölçeğinde milli ve manevi değerlerimiz üzerine kitap yaz, makale yaz.” Cumhuriyetle beraber yönümüz Batı’da olmuştur. 1950 yılına kadar kapalı toplum olarak yaşadığımızı da söyleyebiliriz. Ve bu dönemde, yine Batı geliyor, bu Batı ki; Amerika Birleşik Devletleri’dir, bize neredeyse İslam’ı yeniden öğretecek. Yanı başımızda komünist bir ülke var o dönem; Sovyetler Birliği’dir bu. 1950’ye kadar olan sürede, 33 yılda, bizler komünist ülke olmak istesek çok kolay şekilde olurduk. 
Burada, not düşmek istiyorum; 1920’li yıllarda, ilk komünist Türklerin panislamist bir yapıda olduklarını da belirtmekte fayda var. Mealen, “Komünizm gelecek, din elden gidecek” türünde sloganlarının üreticileri Amerika’dır. ABD bu dönemde güçlenip palazlanırken, bizler ikinci defa çöküş sürecine giriyorduk. Elbette bu yıllarda yaşanılanları itiraf edenler de var ve gerekçeleri; “Soğuk Savaş” dönemi idi, yapacak bir şey yoktu, o dönemin şartları bunları gerektiriyordu. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi mesela, tamamıyla ABD planı desek yalancı olmayız sanırım. Bu darbeye neden olan Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması mıdır, yoksa Irak’ın yanı sıra komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek isteyişimiz midir? Cumhuriyet sonrası kaç komşu ülke ile ilişkilerimiz iyi oldu sizce? Bu ve bu gibiler soruları kendi kendimize sormamız gerekiyor ki, gelecek nesillere iyi bir ülke bırakalım. 1970’li yıllar; “askeri darbe”, “sağ –sol” ve  “milliyetçi – akıncılar” kavgası. Ne için? Koca bir hiç! Önce Müslüman kimliği üzerinden devrede olan ABD, bu yıllarda milliyetçi kimlik üzerinden devrede. ABD bu yıllarda da Türkiye’de oldukça aktif, devletin istihbarat bütçesini karşılayan kim? CIA! Bunları dile getirirken inanın insanın tüyleri ürperiyor. 
Bizler, içimizde nasıl canavarlık hisleri beslemişiz yıllarca, artık her şey gün gibi ortada. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve sonraki süreci, daha birkaç yıl önceki oyunları ve günümüzde hâlâ devam eden, devam ettirilmeye çalışılan oyunları çok iyi anlamamız gerekiyor. Türkiye’de kimi sol gruplar İngiltere tarafından yönetilirken, yine bu cenahın hiç Amerikalı komünist yoldaşlarından bahsettiğini hiç duydunuz mu? Bir zamanlar başına bela olan komünizmle yıllarca uğraşan Amerika, bu topraklara yine komünizmle girmiştir. 
Kendi iç savaşında edindiği tecrübeyle, Türkiye’de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde iç savaş çıkarmaya çalışmış, kimilerinde başarılı olmuştur. Birlik ve uyanma vaktidir artık. Ayrışmalara ve dış oyunlara izin vermeyelim.

Sebîlürreşad Dergisi, Eylül 2017, Sayı: 1020

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Filistin davasında sosyalistlerin yeri

Bugün İslâm coğrafyasında yaşanılanların önemli bir bölümü bundan tam 100 yıl önce kurgulandı. Batı’nın, habis emellerini gerçekleştirmek için, yüzyıldır Ümmetin üzerinde yapmadığı plan, tasarlamadığı proje, denemediği eylem kalmamıştır. Yüzyıldır coğrafya acı içinde kıvrandı durdu. 

Görünürde en büyük düşman birbirimizdik. Batı kimsenin aklına gelmedi, daha doğrusu getirmediler. Nihayet, Birinci Dünya Savaşı’nın son dönemecine girildiğinde, 1917 yılının yaz aylarında, Ümmetin coğrafyasında başka bir savaşa ve savaşlara zemin hazırlanıyordu. 1917’de Filistin bölgesi, İngiltere’nin işgali altındaydı. İngilizler çok kritik toprakları işgal ettiklerinin farkındaydılar. Sömürgeci bir ülke olduklarından, toprak nasıl sömürülür çok iyi biliyorlardı. İngiltere’nin sömürge şeklini değiştirmeye başladığı dönemde yine bu yıllara rastlamaktadır. 

Londra’nın taktiği şu idi; “Kendimiz yönetmeyelim, bölge insanlarından yapay ve kukla idareciler oluşturalım.” Bu taktik üzerinden hareket eden İngiltere, kendileri adına bölgenin bekçiliğini yapacak insanları çoktan bulmuştu. Filistin’i işgal etmesinden neredeyse 10 yıl kadar önce, bölgeyi emanet edeceği insanları da belirleyen İngiltere’nin planları tıkır tıkır işleyerek günümüze kadar gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, Batı’nın işgaline maruz kalıp parçalanırken, dönemin Yahudi lobisi, İngiltere’den kendileri için yeni bir ülke talep etti. Yine aynı dönemde, Rus İmparatorluğu’nda da sona doğru yaklaşılmıştı. Avrupa’da tohumları atılan sinsi bir planı içeren fikirleri, Asya kıtasına taşıyıp filizlendirmek, dönemin Rus aydınlarına kalmıştı. 1917 yılında dozu da arttırılarak, Almanya’nın da desteğiyle Rusya’da yayılmaya çalışılan bu fikirleri içeren planın adı: komünizmdir. 

365 yıldır Rus işgali ve eziyeti altında yaşayan, Çarlık döneminde dinini yaşayamayan, asilime politikalarına maruz kalan, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Ümmet, bu yeni fikir üzerinde ümitlerinin yeşereceği zehabıyla, din özgürlüğü ile bağımsızlık adına komünizmin ve bunun fraksiyonu olan sosyalizmin Rusya’da yayılmasında önemli rol üstlenmiş oldular. Dolaylı da olsa bu Müslümanların, adına sözde komünizm denen rejimin Rus bölgesinde etkin olmasında katkısı büyüktür.[1] 

Fakat bu katkı bilinçli mi, bilinçsiz mi tartışılır. Bolşevikler tarafından vaatlerde bulunulan Ümmet, sosyalizmi kendilerine göre yorumladılar. Komünizm daha ilk dönemlerinde yoldan çıkar. Lenin’in ölümünün ardından Ruslar, komünizmi faşizme dönüştürür. Müslümanlar da  sosyalizmi öylesine farklı yorumladılar ki; bu düşünce daha ilk çıktığı dönemde bile, evrilerek bir başka hale dönüştü. Sosyalizm, Rus Bolşeviklerin elinden kayarak, Müslümanların elinde başka bir şekil aldı. Adına komünizm denen, bu düşüncenin yumuşatılmış şekli de diyebileceğimiz sosyalizm fikrinin, hayatta olmayan sahipleri, yarattıkları eserin nasıl bir hale geldiğini görselerdi, büyük olasılıkla cinnet geçirirlerdi. Müslümanlar sosyalizmi kendilerine göre uyarlarken, komünizme de şiddetle karşı çıkmışlardır.

Tarih 2 Kasım 1917’yi gösterdiğinde, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour, tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçecek olan meşhur mektubu hazırlar. Mektubun içeriği, Filistin’de Yahudilerin yerleşim alanları kurmalarıyla ilgilidir. Lord Arthur James Balfour hazırladığı mektubu İngiltere Yahudi Teşkilatları Federasyonu Başkanı Lionel  Walter Rothschild’e yollar. Sonrasında, Filistin bölgesi Yahudilerin iskanına açılır. Mektubun ardından Filistin’e Yahudi akını başlar. Yine bu mektubun yazıldığı günlerde, İngiliz komutan, Selahaddin Eyyubi’nin mezarına ayağı ile vurarak şöyle der; “Kalk Eyyubi, biz yine geldik.”

“Balfour Deklarasyonu”nun açıklandığı tarihlerde, Rusya’daki Bolşevik devrim gerçekleşmiş, Müslümanlar sivil toplum kuruluşlarını oluşturmuş, Rus sosyalistlerle yan yana hizaya gelmiş, silahlı mücadele için hazırlık yapıyorlardı. Ardından aylarca savaştılar, bu yeni tanıştıkları rejimi bölgede iktidara getirmek için. Bunu da başardılar. Sonradan faşizme dönüşecek olan, Çarlık rejimini aratan ne olduğu hâlâ tartışılan sosyalizm iktidara geldiğinde, Bolşevikler Müslümanlara verdiği sözlerden birer birer vazgeçtiler. 

Sosyalizm adıyla Sovyetler Birliği kuruldu. Bu birliğe hiçbir zaman sözü edilen sosyalizm gelmedi. 1940’lı yıllara kadar, “Büyük Temizlik” adı verilen operasyonlarla Sovyete, sisteme muhaliflik eden herkes canice öldürülürken, toplu mezarlarda oluşturuldu. Öldürülenlerin önemli bir bölümünün hâlâ mezarları yoktur. Kimi mezarlar, 90 sonrasında, sistemin çökmesiyle bulunmuştur.

Yukarıda ezcümle anlatmaya çalıştığım, Ümmetin iki ayrı coğrafyasında yaşanılanlar, bugün bu coğrafyalarda Müslümanın nasıl hale getirildiğinin sadece küçük bir ipucudur. Bu olaylar dolaylı da olsa, Türkiye’yi etkilemiştir. Ümmetin bir parçası olan Türkiye’de, yıllarca Filistin davasına sahip çıkılmıştır. Bolşevik destekçisi Müslümanlara gelince, Türkiye’de bunlar yakın tarihimize kadar hep gizlendi, görmezlikten gelindi. 

Asya bozkırlarında tekbirle dörtnala koşan Müslümanlar, bilinçli ve sistematik şekilde onlarca yıl gizlendi. Arap çöllerinde yapayalnız kalan Müslümanlar, kendi dertlerine düşürüldüklerinden uzun süre Asyalı dindaşlarından hiç haberleri olmadı. Aynı şekilde, eziyetlere maruz kalan Asyalı Müslümanlar, Arap kardeşlerinin ne durumda olduklarından fazla haberleri yoktu. Bunlar da kendi dertlerine düşürülmüştü. Elbette, Batı ile işbirliği yapan sözde Müslümanların bu gelişmelere katkıları küçümsenemez.

Ümmetin birbirine düşürüldüğü, başlarına bin türlü bela sarıldığı tarihlerde, İsrail’in de bölgede dengelerin değişmesine neden “6 Gün Savaşları” ile şaha kalkmasından 2 yıl sonra, 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’da yangın çıkar. Yangını çıkartan, İsa’nın gelişini hızlandırmak adına yakma girişiminde bulunduğunu söyleyen Avustralya vatandaşı, Michael Dennis Rohan isimli evangelist bir manyaktır. Adli işlemler yapılmaz. Deli raporuyla yangın hadisesinden sıyrılır. Ardından İsrail’i terk eder. 

Yüzlerce yıllık eserlerin de yandığı bu yangın sonrası dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir şu düşündürücü açıklamayı yapar; “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Sandım ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail'e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.” Aynı zamanda İsrail’in ilk kadın Başbakanı olan Meir’in bu sözleri içinde bulunduğumuzu kısaca özetliyordu. 

Ümmet kendi dertlerine düşürüldüğünden uyuyordu. Mescidi-i Aksa’da çıkan yangın, Türkiye’de öğrenim gören Filistinli ve diğer Arap vatandaşı öğrenciler tarafından protesto edilir. Bu protestolara Türk öğrenciler de katılır. Filistin davasını uzun süre savunan Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) grubunun bu dönem Türkiye ile bağlantıları üst düzeydedir. 

Yine Mescid-i Aksa yangını esnasında Filistin’de, FDHKC saflarında İsraillilere karşı savaşan genç bir Türk vardır. Bu genç, sosyalist örgüt Halk Kurtuluş Ordusu yöneticilerinden ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi üyeleri vasıtasıyla bölgeye giden Deniz Gezmiş’tir.[2] Burada kaldığı süre içerisinde Gezmiş’e El-Fetih’in üyesi olduğuna dair kimlik kartı da verilir.

6 Mayıs 1972 tarihinde Deniz Gezmiş ile beraber idam edilen Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’da Filistin’de bulunan sosyalistlerdendir. Bu üçlünün Filistin davası, mensubu oldukları sosyalist çevrelerde fazla dillendirilmez. Konuya Batı karşıtlığı ekseninde bakış açısı yüksektir. Türkiye’deki sosyalistlerin, 68’li yıllarda başlayan Filistin davası maceraları 80’li yılların sonuna doğru son bulur. Bunun nedeni olarak ta, Sovyetlerin çökmesi ile HAMAS’ın aynı yıllarda, 80’lerin sonuna doğru yükselişe geçmesini gösterebiliriz.

Yine bu çevrenin Filistin davasına merakı, 2004 yılında Yaser Arafat’ın ölümüyle tarihe gömülür.

Sosyalist çevrelerden, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün efsane lideri Arafat’ın ölümünün ardından hayli ilginç açıklamalar yapılır. Filistin sevdasının, 12 Mart sonrası ve 12 Eylül öncesi Türkiye yaşanılan silahlı eylemlere öncülük ettiği türünde söylemlerde bulunurlar. Yine bu çevre, Filistin davasında,  bağımsızlıktan, işgale karşı sosyalist direnişten yıllarca bahsedip durdular. 

1968 ile 1970 yılları arasında, Filistin’e giden Türk sosyalistlerin, çatışmalardan ziyade sadece kamplarda eğitim almalarından dolayı “ciddi oranda maaş” aldıklarından hiç bahsetmezler!

Deniz Gezmiş’inde taraftarı olduğu Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) 1969 yılında Nayif Havatme önderliğinde kuruldu.[3] FDHKC, Milliyetçi Arap Hareketi ile Filistin Kurtuluş Cephesi’nin birleşiminden meydana gelen, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)’den ayrılan Maocu fraksiyon tarafından oluşturuldu. Bu iki örgüt ve Yaser Arafat’ın kurucularından olduğu El-Fetih, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içerisinde yer alır. Bu örgütlerin kuruluşlarıyla ilgili ve kimi faaliyetleriyle alakalı tarihleri kestirebilmek mümkün değildir.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır gayretleriyle 1964 yılında, Kudüs’te 28 Mayıs 1964 tarihinde kuruldu.[4] Cemal Abdül Nasır bölgede Arap sosyalizminin teorisyenlerindendir. Nasır büyük ölçüde, yukarıda bahsettiğim Bolşevik Müslümanlardan etkilenmiştir. Sosyalizmi kendi fikir dünyasında evrimleştirerek farklı hale getirmiştir. Nasır, kendi ülkesinden sosyalizm olarak bahsederken, komünist partinin kurulmasını da yasaklar. Bu yasağı karşı cephe olarak algılayan Sovyetler Birliği ile arası bir süre açılır. 1964 yılında Sovyet liderinin Mısır ziyareti ile dargınlık son bulur.

Filistin’de İsrail’e karşı direnen sadece az önce bahsettiğim örgütler yoktu. İrili ufaklı birçok örgüt direniş hareketinde yer almıştır. Bunların aralarında sol, sosyalist, Marksist - Leninist örgütleri de sayabiliriz. Filistin davasına sosyalizm ekseninden baktığımız bu çalışmada, klasik anlamda Marksist - Leninist bir düşünceye rastlamak mümkün değil. Fakat, fikir öncüleri olan Asyalı Müslümanların geliştirdiği sosyalizmin izlerini pek ala bulabiliriz. Filistin direniş hareket içerisinde yer alan sosyalist Müslümanlar, tıpkı Asyalı dindaşları; Tatarlar, Özbekler, Başkırlar gibi sosyalizmi kendi davalarına uyarlamış ve evrimleştirmişlerdir. 

Filistin davasında ve Rusya Müslümanlarının direniş hareketlerinde azda olsa, Hristiyan kesimlerle, eziyetten kurtulmak adına işbirliği yapıldığı da görülmektedir. Avrupa’da ortaya çıkan komünizm de, sosyalizm de hiçbir zaman gerçekleşmedi. Sosyalizmin derinliğine inildiğinde, din olarak sadece İslâmiyet’i görenler, nedense Hristiyanlığı hiç bahis konusu etmezler. Sosyalizm bir yana, komünizm etkili toplumlarda öyle koyu Hristiyanlar var ki, sol kesim diline bile dolamaz. 

Günümüzde hâlâ komünizm rejimi ile yönetildiğini bildiğimiz Küba’da halk büyük oranda dindardır. Kübalıların komünistliği, “İslam Sosyalizmi” üzerinden; sosyalizm eşittir İslamiyet, İslamiyet eşittir sosyalizm teorisini konuyu fazla açmadan çürütmeye yeter.





[1]- Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İstanbul, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:78
[2]-Yalçın, Soner. Filistin’in Devrimci Türk Fedaileri, Sözcü, 03.08.2014
[3]-Crooke, Alastair. Direniş İslamcı Devrimin Özü, İyidüşün Yayınları, İstanbul, 1.Baskı 2014, S:10
[4]-Karaman, M. Lütfullah. Filistin Kurtuluş Örgütü, İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, Cilt:13 S:103

MEHMET POYRAZ – Sebîlürreşad, Sayı: 1019, Ağustos 2017