14 Aralık 2020 Pazartesi

Karabağ’da yapılmaya çalışılan algıya dikkat

 

Karabağ’da ilk Ermeni-Müslüman çatışması Şuşa’da 1905-1906 yıllarında başlamıştır. 30 yıllık savaş Karabağ’ın kalbi ve kültür şehri Şuşa’nın alınmasıyla sonlanmıştır. Böylece şunu da diyebiliriz: Karabağ savaşı başladığı yerde son bulmuştur.

Azerbaycan büyük bir azimle güçlenmesini bilmiş, Karabağ meselesine uluslararası hukuk çerçevesinde yaklaşarak diplomasi yürütmüştür. Bunu yaparken de nezaketi göz ardı etmeyerek, kendi toprağının verilmesini tırnak içinde söylemek gerekirse rica etmiştir. Yıllar boyu Karabağ için yürüttüğü diplomasi takdire şayandır. Sadece diplomasi ile kalmadı Azerbaycan. Özellikle son yıllarda olumlu sonuçlar veren diaspora faaliyetleriyle de dikkat çekmektedir. Karabağ’daki haklılığını uluslararası diplomasiyle anlatırken, diaspora da meselenin anlaşılmasında yardımcı olmuştur. Azerbaycan’ın bölgede barıştan ve huzurdan yana olduğunu az önce belirttiğimiz tespitlerde fark edileceği üzere ortadadır.

Azerbaycan oyun kuruculuğunu kendi yaptığı eylemlerle Batı’ya karşı dik durmaktadır. 100 yıl önce çaresiz bir şekilde Moskova’ya teslim edilen ve 30 yıl önceki bir Azerbaycan yok karşımızda. Bir ülkenin tehdit haline gelmesi için 30 yıl uzun bir zaman dilimi değildir. Bugün güçlü hale gelebilmek adına yıllar boyu bedel ödemiştir Azerbaycan. Bir yandan da Türkiye’nin önemli katkılarını da göz ardı etmiyoruz elbette. 70 yıl boyunca Sovyet Rusya faşizmi altında ezilen bir millet 30 yılda kıyama kalkabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Burada Hocalı Katliamına şahitlik eden bir Ermeni gazetecinin tespitine de yer vermek istiyorum. Katledilen Azerbaycanlıları gördükten sonra şöyle der: “Bu kan için Azerbaycan tarafının, yarınki kuşakların sessiz kalmayacaklarını düşünerek korktum… Bugün Ruslar bizim yanımızda. Ya yarın? Yarın biz yalnız kalabiliriz.”

Yüzyıllardır acısı ve ihtirası yaşanan Kudüs sorunu gibi adeta Kafkasya’nın Kudüs’ü hüviyetine bürünen Karabağ’a, Rus Barış Gücü askerleri ilk adım attığında dışarıya arabulucu gibi izlenim vermekteydi. Teslimiyeti büyük öfke ile karşılayan Ermenileri teselli etmeye çalışan Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın şu açıklaması bize ilk başta tuhaf gelmişti: “Rus Barış Güçleri, Karabağ sakinlerinin güvenliğini sağlayacak ve bu sayede Hankendi ile Erivan arasında iletişim kopmayarak istikrarlı bir güvenlik sağlanacak.” Bu sözleriyle Paşinyan’ın umudunun Rusya olduğunun bariz şekilde anlaşılırken Karabağ’da bugünlerde yaşanılan bir algıya da önceden işaret ettiğini de öne sürebiliriz. Karabağ’a giren Rus askerleri Ermeniler tarafından teşekkür törenleriyle karşılandı. Hatta ilkokullarda düzenlenen törenler de Rusça “Teşekkürler Rusya” pankartı asılarak çocukların ellerine Rus bayrakları dahi verildi. Rus medyası tarafından servis edilen bu tablo sanki işgalci Azerbaycan’da, Ruslar Ermenileri kurtarmaya gelmiş gibi bir algı yaratılmıştır. Bu tabloya karşı Azerbaycan’ında Türkiye’nin de tedbir alması gerekiyor. Zira Ermeni lobisinin ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Rusların sadece biz olacağız ısrarının peşini bırakmamak gerekiyor. Hepimiz biliyoruz ki, Ermenilerin Karabağ, dolayısıyla Azerbaycan topraklarındaki işgali, bölgeye Moskova tarafından konuşlandırılan Kızılordu’nun zırhlı alayının yardımlarıyla gerçekleşmiştir. Tedbirli olmakta fayda var.


MEHMET POYRAZ

1 Aralık 2020 Salı

Kafkasya’daki Rusya-İran Düellosunun Kurbanı: Karabağ

 19. yüzyıla girerken özellikle Doğu’da mühim coğrafî ve sosyolojik değişiklikler meydana gelmiş; günümüze kadar sirayet eden devletlerarası meseleler de aynı yüzyılında başlarında ortaya çıkmıştır. Esas dönüşümün ise ekonomik alanda zuhur ettiği görülür. 16. yüzyıla kadar Batı ülkelerinin ekonomisi Müslüman Doğu’nun tüccarlarına muhtaçtı. Birkaç yüz yıl boyunca Doğu’nun hammaddeye dayalı ekonomisini Haçlı seferleriyle ele geçirmek isteyen ve bunda muvaffak olamayan Batı, açgözlülüğü nedeniyle, Müslüman Doğulular ile ticaret yapmaktan hoşnut sayılmazdı.

Günümüzde Ürdün sınırları içerisinde yer alan Akabe’de Müslümanlar sadece ticarete odaklanırken, alışveriş veya takas için yüzlerce gemiyle buraya gelen Batılıların pek dürüst olduğu söylenemezdi. İşte böyle bir dönemde İstanbul fethedi. Anadolu’ya geçmek ve buradan Asya’ya uzanmak artık mümkün değildi. Hammadde, doğal kaynaklar, özellikle de baharat… Batı bütün bunlara sahip olmak istiyor ama karşılığını ödemek istemiyordu.

Müslümanlarla dürüst ticarete yanaşmayan Avrupalılar, Doğu’nun icat ettiği ve geliştirdiği materyallerle (pusula, dürbün, harita…) sömürecek toprak aramaya başlarlar. Amerika, Afrika ve Asya’nın bir kısmını ele geçirenlerin başında gelen İngiltere, hammaddeye ve birçok ticarî ürüne alın teri dökmeden sahip olduğu gibi bunları diğer Batı ülkelerine satmaya başlar. O sırada Moskova Kinezliği yerine Rus Çarlığı kurulur (1547) ve Ruslar, Altınorda Devleti’nin dağılmasından sonra asırlardır Türklere ait olan kadim topraklarda hüküm süren Kazan Hanlığı’na 1552’de son verir.

Rusların Bizans’ın takipçisi olduğuna inanan Korkunç İvan’ın Fatih Sultan Mehmed’i model alarak inşa ettiği Çarlık Rusya iktisadî açıdan İngilizlerin dikkatini çeker. Çünkü Avrupa ile Türkistan arasında sıkışıp kalmış olan bu yeni devlet idarî yapılanmada, mimaride, askeriyede, kültür-sanatta, din ve hayat tarzında Roma ve Avrupa’yı örnek almaktadır. O dönemde Türkistan’ın snırlı bir bölümüne hükmeden Ruslar, Çarlığın kurulmasından kısa süre sonra kendilerini Hazar Denizi’ne, Kafkasya’ya ve Türkistan’ın tamamına götürecek olan Astarhan’ı da işgal ederler.

16. yüzyılda Türkistanlıların bir kısmı “kafir” ile ticaret yapmamaktadır. Türkistan pazarına bütünüyle hakim olmak isteyen Rusya amacına ulaşmak için birçok strateji geliştirir. O arada ekonomiye yön vermek isteyen İngiltere’nin de planları vardır. İran üzerinden Çin ve Hindistan’a ulaşma gayesiyle İngilizler ve Ruslar 1553 yılında Londra’da Moskova şirketini kurarlar. Bu şirket İran-İngiltere ve Rusya-İngiltere ilişkilerinin miladını oluşturur.

Moskova şirketi sayesinde İngiltere ve Rusya, iki tarafın da hedefinde yer alan Hindistan’a yönelik uzun vadeli stratejik planlar üretirler. Avrupa’ya hiçbir şekilde yanaştırılmayan Rusya’nın gözü Asya’da olup Bizans’ın takipçisi olduğu idiasıyla İstanbul’un fethinin Hindistan’dan geçtiğine inanmaktadır. İngiltere ve Rusya 1700’lü yıllarda Hindistan’ı ele geçirmeyi hedeflese de Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sonrasında Hindistan’ı işgal eden İngiltere olacaktır.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Aralık 2020 Sayısında…