12 Kasım 2017 Pazar

Ekim Devrimi’nin 100.yıldönümünde Bolşevik Müslümanlar

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulmasında önemli rol üstlenen 
Müslümanlar tam 100 yıldır görmezden geliniyor ve şiddetli şekilde inkar ediliyor...

Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamı neden gizleniyor?

1917 yılında Rusya Çarlığında gerçekleşen sosyalist ihtilal tüm dünyada ‘Ekim Devrimi’ olarak bilinir. Bölge Bolşevikleri tarafından organize edilen sosyalist ihtilal, Jülyen takvimine göre Ekim ayında gerçekleştiğinden adı ‘Ekim Devrimi’ olarak hafızalara kazınmıştır. Tüm dünyanın kullandığı ve günümüzde dahi esas takvim olan Miladi’ye göre, ‘Bolşevik Devrim’, yani ‘Ekim Devrimi’ Kasım ayına denk düşmektedir. Rusya’da sosyalizme kadar Jülyen takvimi kullanılmıştır. Ardından Miladi’ye geçilmiştir. Yine dönemin Rusya’sında, Çarlık rejimi Jülyen’i dayatırken, bölge Müslümanları Hicri takvimden asla vazgeçmemiştir.
Devrimden sonra Rusya’da, ne Hicri kalır, ne de Jülyen. Hicri takvimi Müslümanlar hâlâ kullanır, zaten kullanılması da şarttır dini vecibelerimiz gereği.
Jülyen takvimine dönersek, M.Ö. 100 – 44 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Jül Sezar tarafından icat edildi. Sezar tarafından, kendine özgü ve Miladi’nin karmaşık haline getirilen Jülyen takviminin bir değişik versiyonu da Bizans İmparatorluğu tarafından kullanıldı. Bizans veya Ortodoks takvimi olarak bilinen bu takvim, 1453 yılında İstanbul’un fethinin ardından son buldu.
Kendini Bizans’ın mirasçısı ve Hristiyanların savunucusu gibi gören Rusya Çarlığı tarafından 1700 yılına kadar kullanılan Bizans takvimi, Balkanlarda da büyük ölçüde kullanıldı. Jülyen ile Bizans takviminin aralarındaki fark yılbaşı gününün ayrı tarihlerde olmasıdır. Bizans yani Ortodoks takviminde yıl, bir süre 1 Eylül ile başladı, nedenine gelince, Bizanslılar o dönem, Hazreti İsa’nın doğum gününü bu tarih olarak belirlemişti. Daha sonra Hazreti İsa’nın doğum tarihini 21 Mart yaptılar. Daha çok Rum Ortodoks Kilisesi ile Rus Ortodoks Kilisesi tarafından kullanılan Jülyen takvimi günümüzde hâlâ Rusya’da çeşitli kiliseler tarafından kullanılmaktadır.
Jülyen ve Bizans takviminin detayı dipsiz bir kuyudur. Önce, Katolik ve Ortodoks çatışması yani mezhep kavgası karşımıza çıkar. Avrupa’da ve Rusya’da bir zamanlar Katolikler için adeta sürek avı düzenlenmekteydi ve hunharca katlediliyordu. Batı dünyasında Jülyen – Bizans takvimi esaslı hiçbir hadise kayıtlarda yoktur, gündeme gelmez, buna İstanbul’un fethi de dahil. Fakat, Rusya’daki Ekim Devrimi her nedense Jülyen takvimine göre anılır. Tarihi kayıtlara bu şekilde geçen Ekim Devrimi üzerinden “Bizans ruhu” diri tutulmaktadır da diyebiliriz.
Müslüman Sosyalistleri
Komitesi
Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinden aylar önce, bölge Müslümanları sosyalist kimlik üzerinden bir çıkış yolu aramaktaydı. İkinci sınıf vatandaş muamelesi gören Müslümanlar adına Molla Nur Vahidov tarafından, günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı olarak Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da siyasal örgütlenmenin temeli atıldı. Vahidov’un önderliğindeki 1917’nin Nisan ayında gerçekleşen oluşumun adı Müslüman Sosyalistleri Komitesi’dir. Kısa adı MUSKOM olan bu komitenin ismi konusunda grup içesinde hayli tartışmalar ve fikir ayrılıkları da yaşanır. Vahidov’un arkadaşları ısrarla komitenin adının “Tatar Sosyalistleri” olmasından yanadır. Vahidov şiddetle karşı çıkar bu isme ve ısrarla komitede “Müslüman” kelimesinin geçmesinden yanadır. Molla Nur Vahidov’un isteği olur. Oluşumun adı Müslüman Sosyalistleri Komitesi olur. Vahidov’a göre, yok sayılan, aşağılanan ve ezilen Müslümanların kurtuluş hareketi Kazan’dan başlamalıydı. Komitenin sekreteri İbrahim Koliyev isim konusundan ve Vahidov’dan şöyle bahseder;
“Biz ne kadar komitenin Tatarlar arasında çalışması gerektiğini ve ancak o ölçekte iş yapabileceğini söylesek de, O kendi sözünden bir adım geri gitmedi. Tersine, bu komitenin bütün İslâm aleminde kurulacak komitelerle birlikte çalışması ve sadece Tatarlar arasında değil, belki bütün İslam dünyasında sosyalizm fikrini yaymaya çalışması gerektiği düşüncesinde ısrar etti. Bizde, sonunda ona katıldık ve ‘Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ ismiyle işe başladık.”[1]
Ümmetçilik Vahidov’un düşüncesinin merkezindedir. Ulusal kurtuluş değildi düşüncesi, öyle olsaydı eğer zaten “Tatar Sosyalistleri” ismini pekala kabul edecekti. Hedefi, Rusya Müslümanları başta olmak üzere tüm dünya Müslümanlarını, Doğu’nun mazlum halklarını hak ettikleri mevkide yaşatmaktı. Vahidov’un derdi ümmetti, İslam’dı. Sovyet devrimi sonrası yaşamını Türkiye’de sürdüren Abdullah Battal Taymas hatıralarında Vahidov’dan şöyle bahseder; “Kazan’da Mollanur Vahidov adlı birisi, Müslüman işçileri adına sosyal demokrat teşkilatı kurmuş ve Kızıl Bayrak isimli gazete çıkarmaya başlamıştı.”[2]
Şimdi burada, akıllara şu sentez de gelmekte; “İslam” ve “sosyalizm”, ne alaka değil mi? O dönemin sosyalistlerini, günümüzdeki sosyalistlerle bir tutmamak gerekiyor. Sadece Rusya, Kazan Müslümanları değil, aynı dönem yine Rusya’da, Osmanlı’da; Selanik’te, İstanbul’da ve Anadolu’da, Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler fikirlerinin içinde “sosyalist” kelimesi geçen ırkçı ve faşist oluşumlar kurmuşlardır. Bunlardan bazıları şöyle; Yahudi Sosyalist Selânik İşçi Federasyonu, Hınçak Sosyal Demokrat Partisi, Osmanlı Sosyalist Fırkası, Türkiye Rum Sosyalist Merkezi, Makedonya İç Devrimci Örgütü, Daşnaksutyun Ermeni Örgütü. “Komün” taraftarı Türkler de var. Bunlardan biri, Anadolu’dan Rusya’ya geçen ve orada Türkiye Komünist Partisi’ni kuran Mustafa Suphi’dir. 1883 Giresun doğumlu ve 28 Ocak 1921 yılında arkadaşlarıyla birlikte hunharca katledilen, cesedi Karadeniz’e atılan Mustafa Suphi ve arkadaşlarını yukarıda örnekler verdiğim örgütlerin düşünce yapısından ayrı tutmak gerekiyor. Mustafa Suphi panislamisttir. Suphi’ye alternatif olarak, o dönem Anadolu’da sipariş üzerine kurulan diğer komünist partiyi de hatırlatmak isterim.
1890’lardan itibaren etnik ve dini kurtuluş yolu arayan birçok oluşum, “sosyalist” kelimesini kullanmıştır fakat uyguladıkları meçhuldür.
Müslüman Sosyalistleri Komitesi’nin başkanlığına Molla Nur Vahidov seçilirken, yardımcılık görevine bir bayan getirilir. Adı; Emine Muhiddinova’dır. Her ikisi de komite sekreteri Koliyev gibi Tatar Türklerindendir.
Muhiddinova, Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ni anlatıyor;“Müslüman proletaryasını, Tatar proletaryasını Doğu’daki devrimci askerin öncü partisi yaparak, Doğu’nun bütün mazlum halklarını Avrupa kapitalizminin boğuşlarından azad etmek.”[3]
Ekim sonrası Sovyetleşme sürecine büyük ölçüde katkı sunan, Lenin ve Stalin’den sonra ilk gelen isim olan Sultan Galiyev, Molla Nur Vahidov ile 1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında gerçekleşen “Tüm Rusya Müslümanları Kongresi”nde tanışır. Moskova’da bir okul binasında gerçekleşen kongreye 450 delege davet edilir. Katılım oranı yüksek olur. Delege sayısı 980’e çıkar. Ve bir ilk de yaşanır; kongreye 112 kadın delegede katılır. Müslüman tarihinde ilk defa bu sayıda kadınlar ilgi gösterir bir kongreye. Moskova’daki bu kongre  sonrası Müslüman Sosyalistleri Komitesi’ne katılan Sultan Galiyev burada kritik görevler üstlenir. Komitenin büyümesi adına önemli propaganda çalışmaları yapar. 1918 yılında Vahidov’un öldürülmesinin ardından MUSKOM’u yöneten Galiyev liderini hiçbir zaman unutmaz. Vahidov’un davasını olduğu gibi sürdürür.
Ekim devrimi süreci
1917 yılının sonbaharında, 7 Kasım’da Petrograd ve Kazan’da Ekim Devrimi kendini gösterir. Çoğunluğu Rus olan işçi, köylü ve düşük rütbeli askerlerden oluşan silahlı Bolşevikler bu iki şehrin yanı sıra ülke genelinde yönetime el koymaya başlar. Çar’ın idaresindeki Rus ordusunda görevli bulunan subayların Bolşevik tarafına geçmesi istenir. Taraf değiştirmeyen subaylar Bolşevikler tarafından tutuklanırken, kimileri de infaz edilir. Artık saflarda net olarak belirlenir; Beyazlar ve Kızıllar. Çar ve Geçici Hükümet yanlısı tek askeri güç Beyazordu’dur. Rusya genelinde Bolşevikler tarafından yerel hükümetler kurulur. Bu yerel yönetimlerin üyeleri belirgin şekilde Rus halkındandır.
Sultan Galiyev 1917’deki Bolşeviklerin darbesine Kazan’da şahitlik eder. Ülkedeki rejim değişikliğinin ilk günlerinde çoğu Müslüman gibi Galiyev’de fazla aktif değildir.[4]
Rusya’daki bu devrim alt sınıfın tetiklemesiyle başlamıştır. Birçok bölgede işçi sınıfıyla düşük rütbeli askerlerin birlikte hareketiyle kendini gösteren Ekim Devrimi, Kazan’da da yine düşük rütbeli askerlerin yönetime el koymasıyla tetiklenir. Kazan Askeri Garnizonu’nda görevli Rus astsubaylar tarafından, er düzeyindeki askerlere verilen emirler doğrultusunda yüksek rütbeli subaylar tutuklanır. Küçük bir karmaşadan sonra Bolşevik yanlısı sivil Ruslar garnizondaki astsubaylar tarafından silahlandırılır. Bu esnada da Kazan Müslümanları yaşanan hadiseyi kavramaya çalışmaktadır. Bir gün içerisinde gerçekleşen Bolşevik yanlısı askeri harekatın yanında Rus milisler de yer alır. Hadiselerin ertesi gününde artık her şey bitmiştir, Rusya’yı o esnada yönetmeye çalışan Çar yanlısı “Geçici Hükümet”in az sayıdaki taraftarları Bolşevikler tarafından teslim alınır. Rusya’nın bütün bölgelerinde olduğu gibi Kazan’ın yönetimini de Rus Bolşevikler üstlenir. Bir süre sonra, Kazan’daki barut fabrikasında çalışan yaklaşık 300 kadar Müslüman işçi, Bolşeviklere, kızıl muhafızlara katılır. Bu katılım, Müslümanların Kızıllara ilk yüksek sayıdaki katılımıdır.
Bolşeviklerden
Müslümanlara çağrı
8 Kasım 1917 tarihinde Sovyetler Kongresi gerçekleşir. Kongrede “Barış Kararnamesi” kabul edildi. Bu kararnameye göre, emperyalist savaşlara karşı ve ilhaklar ile tazminatların olmadığı bir barış uğruna savaş ilan edilmiş olup; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı benimsenir.[5] Ardından Bolşeviklerin lideri Lenin tarafından Müslümanlara çağrı yapılır. 1917’de Aralık ayının ilk günlerinde, Rusya basınında yer alan Lenin’in çağrısını, İstanbul’da yayınlanan dönemin gazetelerinden Vakit 2 Ocak 1918’de sütunlarına taşır;
“…Ey Rusya Müslümanları! Ey Volga ve Kırım Tatarları. Ey Sibirya ve Türkistan Kırgızları… Ey Kafkasya Tatar Türkleri ve Ey Kafkasya Çeçenleri. Bu saniyeden itibaren sizin dünyalarınız milli ve harsî (kültürel) müesseseleriniz her türlü müdahale ve taarruzdan beridir. Milli hayatınızı serbestçe tanzim ediniz. Size bu hakkı veriyoruz. Biliniz ki sizin ve Rusya’nın diğer milletlerinin hukukunu ihtilalin bütün kuvveti himaye edecektir. Siz de ihtilale ve onun salâhiyettar hükümeti olan hükümet-i hâzıraya yardım ediniz. Ey Şark Müslümanları! Ey Türkler İranlılar Araplar ve Hintliler, Avrupa asırlardan beri sizin canınızı, malınızı, hürriyetinizi ve vatanınızı bir ticaret metaı diye telakki ediyordu. Bu harbe ibtidâ eden haydutlar sizin memleketinizi taksim etmek istiyorlardı. Size beyan ederiz ki sâbık Çar tarafından İstanbul’un zaptına dair tanzim ve ahiren bertaraf ettiğimiz Kerenski tarafından teyid edilen hâfî muahedeler hükümden ıskat edilmiştir… Size şurasını da beyan ederiz ki Türkiye’nin mukassemesine ve Vilayeti Şarkiye’nin kendisinden ayrılmasına dair olan hafi muahede yırtılmıştır ve yok hükmündedir.
…Hind Müslümanları bile şimdiye kadar kanlarını içen İngilizlere karşı ayaklanmışlardır. Kaybedecek zamanımız yoktur. Siz kendiniz memleketinizin hâkimi ve efendisi olmalısınız. Mukadderatınızı kendi ellerinize almalısınız. Biz demokratça bir sulhe doğru kati ve azimkârane bir suretle ilerliyoruz. Bayraklarımızda her şeyden evvel cihanın milel-i mahkûmesini kurtarmak yazılıdır. Rusya Müslümanları, sizden muavenet bekliyoruz. Şark Müslümanları! Sizden de muhabbet ve teveccüh bekliyoruz.”[6]
Bolşeviklerin daha doğrusu Lenin’in bu sözlerine inanan binlerce Müslüman devrimde Kızıllar tarafında yer alır. Rusların oluşturduğu Kızılordu’ya katılmazlar. Aksine kendi birliklerini kurarlar; Müslüman Kızılordu.
Lenin ve ekibi biliyordu, Müslümanlar olmadan Sovyet devriminin gerçekleşemeyeceğini. Zira, aynı dönem Rusya Müslümanları da en başında da belirttiğimiz gibi çıkış yolu aramaktaydı. Müslümanlar, bağımsız bir İslam ülkesi hayali ile Bolşeviklerin yanında Beyazlara, Çarlığa karşı savaşmış, yeni rejimin temelini atmışlardır.
Bolşevik saflarda
Nakşibendi tarikatı
Sosyalist Müslümanlar, Sultan Galiyev ve Molla Nur Vahidov’un liderliğinde küçük gruplar halinde Ekim Devrimi sürecinde yer alırken, bir kısım Müslümanlarda bu uğurda tarihe not düşerler. Bunlar Nakşibendi tarikatının muhalif bir kanadını oluşturan, Kazan bölgesinde oldukça etkin olan, Veysiciler adıyla da bilinen Vaizitler’di.
1860’lı yıllarda kurulan Bahaattin Vaizov tarafından kurulan bu tarikat, bölgedeki Nakşilerin muhalif kanadını oluşturmaktaydı. Veyselciler olarak ta anılan bu tarikatın tüm mensupları küçük esnaflardı. Ekim Devrimi’ne örgütlü olarak katılan tek Müslüman grup olan Veysiciler çok tutucu olmalarıyla da bilinmekte.[7] İnançlarını gerekçe göstererek “Geçici Hükümet”i tanımayı reddeden bu tarikat ilginç bir şekilde Bolşeviklerin tarafında yer alarak devrimin gerçekleşmesine katkı sundular.
Veysiciler, kendilerinden olmayan Müslümanları dışlarken, bunları da sapkın olarak değerlendirmekteydi. Bu tarikattan olmayan Müslümanlarda Veysicilere iyi gözle bakmamaktaydı. Aralarında uçurum ve nefret duyguları hakimdi. Tarikatın dünya görüşünde, Tolstoy sosyalizminin de yer aldığı karma bir fikir de yer almaktaydı.
O dönem Veysicilere göre, Rus Bolşevikler, “Rus kafirler”in yönetimini kabul eden Müslümanlardan daha iyi idi. Yine Rus Bolşeviklerin önemli bir bölümü ateistti.[8]
Sosyalist devrimin gerçekleşmesi uğruna, bütün oluşumları yanlarına çeken Bolşevikler, Veysicilerden oluşan “Allah’ın Alayı”nı, Ekim Devrimi öncesi Eylül ayında silahlandırarak kendi hesaplarına savaşmalarını sağladılar. İşçi sınıfı adına devrim gerçekleştirmeyi planlayan Rus sosyalistlerin, bu tuhaf işbirliğinde üyeleri küçük esnaf olan, radikal Müslüman bir tarikatla beraber olması hayli düşündürücüdür. İki kuşak süren tarikatın kurucusu Bahaattin Vaizov Ruslar tarafından tutuklanarak psikiyatri hastanesine yatırıldı. Tarikatın lideri burada ölürken, yerine de oğlu İran Vaizov geçti.
Babasından daha radikal olan İran Vaizov birkaç defa Ruslar tarafından tutuklanıp serbest bırakıldı. 1917’ye gelindiğinde ise artık Bolşeviklerin yanındadır. Bolşeviklerin bu tarikatla olan işbirliğini yıllar sonra Sovyet tarihçileri anlatmakta hayli zorlanır. Geçerli bir açıklama yapamaz tarihçiler.[9]
Düşünün ki; devrimci proletarya ve cihat adına yola çıktıklarını savunan İslami bir örgüt yan yana.
1930 yılında, Tatar tarihçisi Saceddin bu tarikatla ilgili şu yorumu yapar;
“Elbette, Allah’ın Alayı Bolşevikler tarafından silahlandırılmıştı. Örgütsel açıdan bu karar elbette haklı idi. Fakat ideolojik açıdan bu önlem tehlikeli idi. Bu, din ile komünizmi bağdaştırmanın olanaklı olabileceği yanılsamasını yaratabilir ve Sovyet iktidarı ile mistik tarikatlar arasında benzerlik olduğu sanısını yaratabilirdi.”[10]
Sultan Galiyev’le hiçbir bağı olmayan bu tarikatın Bolşeviklerin yanında yer alması, İslami Sosyalizm düşüncesinin oluşmasında itici güç olup olmadığı da meçhuldür.
Devrimde Müslümanlar görmezden gelindi
Sultan Galiyev, Kazan Müslümanlarının Ekim’de fazla yer almayışlarının ezikliği içerisindedir. Galiyev, devrimden dört yıl sonra, 1921 yılında yazdığı “Tatarlar ve Ekim Devrimi” başlıklı makalesinde Ekim Devrimi’ndeki Tatar Müslümanları anlatır;
“Ekim Devrimi’nin dördüncü yılında Tatar halkının bu devrime katılmanın bilançosuna göz atacak olursak, itiraf etmek zorunda kalırız ki; emekçi yığınları ve Tatar toplumunun yoksul tabakaları devrime hiçbir katkıda bulunmamıştır.”[11]
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kurulması sonrası, Müslümanların Ekim Devrimi’nde fazla yer almayışları hep yüzlerine vuruldu. Müslümanların bu hali, dönemin Sovyet tarihçileri tarafından çarpıtılarak, Ekim’de olmayışlarının 100 yıl kadar konuşulması sağlandı. Ekim Devrim sonrası, ümmet bilinciyle Kızılordu saflarında savaşan Müslümanları kimse anlatmak istemedi. Müslümanlar, devrimin ilk günlerinde yaşanılanları, Rusların birbiriyle olan kavgası gibi görüp tarafsız kalmıştır. Müslümanların tarafsız kalmasını Bolşevik yanlısı olarak ta algılayabiliriz. Çoğu Müslüman, Bolşevik’in, sosyalizmin ne olduğunu dahi bilmeden, İslam ülkesi hayalleri ile ölümüne savaştı. Özgürce dinlerini yaşayacaklardı. Lenin’in çağrısı ve Sultan Galiyev’in gayretleriyle Bolşevik saflarda yer alan Müslümanlar, devrimin tamamlanmasının ardından verilen vaatlerin yerine getirilmesini istedi. Ne yazık vaatlerin hiç biri yerine getirilmedi. Önce Lenin oyaladı Müslümanları. Sonra Lenin ölünce Müslümanların ülke hayali suya düştü. Sovyetleri yönetmeye Stalin başladı. Basın yoluyla, edebiyat yoluyla haklarını isteyen Müslümanlar, Stalin’in emri ve planlarıyla tek tek yok edildi. Öncelikle Müslüman Kızılordu’nun önde gelenlerini katlettiler. 1918 – 1923 yılları arasında aktif olarak Sovyet devriminde yer alan Sultan Galiyev ve birçok aydın Müslüman vatana ihanet suçlamasıyla önce yalnızlaştırıldı, hapse atıldı, ardından infaz edildi. Bu kıyım 1938’lere kadar sürdü. Çoğunun mezarı dahi bulunamadı. Sovyetlerin yıkılmasının ardından katledilen bu insanların mezarlarına ulaşılmaya çalışılsa da nafile, fazla bir sonuç elde edilemedi. 60’larda, 70’lerde kendini Türkiye’de de göstermeye başlayan Sovyet eksenli sosyalist düşüncede, bağımsızlık ve İslam ülkesi adına canlarını veren Bolşevik Müslümanlardan hiçbir zaman bahsedilmedi. Ekim Devrimi gerçekleşmeden önce, Çarlık Rusya Erzurum’a kadar işgal etmiş, İstanbul boğazını ele geçirmenin hesabını yapıyordu. Yıllarca kimi kesim şu yalanı söyleyip durdu; “Sovyetler, Lenin ve Stalin Türkiye’ye iyilik etmiştir, faydası dokunmuştur. Çarlık ordusu Anadolu’yu işgal etmişti. Sosyalizm gelince buraları terk ettiler.”
Doğrudur, sosyalizm gelince terk ettiler ama neden? Bu sorunun doğru cevabını yıllarca gizlediler, çarpıttılar. Bolşevik saflarda yer alan Müslümanların gayretleriyle, Rus ordusu Anadolu’dan çekilmiş, İstanbul boğazını ele geçirme planı askıya alınmıştır. Stalin makamını sağlamlaştırdıktan hemen sonra ölünceye kadar İstanbul boğazında ve Kars bölgesi üzerinde hak iddia etmiş, ısrarla istemiştir.
Bölge Müslümanları hakkında bir diğer bilinmeyen ise, Bolşevikler eliyle Taşnaksütyun çetesi tarafından Fergana vadisinde gerçekleştirilen Ermeni katliamıdır!




[1]Koliyev, İbrahim. Doğu’nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırlayan: Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:73-74, Alıntılayan: Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı, Haziran 2010, S:217

[2]Taymas, Abdullah Battal. Kazan Türkleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1.Baskı, 1966, S: 187

[3]Muhiddinova, Emine. “Şubat İhtilali Döneminde Mollanur”, Doğu’nun Büyük Devrimcisi Mollanur Vahidov, Hazırl.: Galimcan İbrahimov, Kazan 1919, S:46-47, Alıntılayan: Reyhan, Hakan. Doğunun Büyük Devrimcileri, Ankara, Alter Yayıncılık, 2.Baskı, Haziran 2010, S:217

[4]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:62

[5]Potskhveriya, Prof. Dr. Boris B. 1920 ve 1930’lu Yıllarda Türk – Sovyet İlişkileri, Türk – Rus İlişkilerinde 500 Yıl Sempozyumu (12-14 Aralık 1992), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.Baskı, 1999, S:189

[6]Cesur, Ertuğrul. Müslüman Sosyalistler, Ankara, Eskiyeni Yayınları, 1.Baskı, Ocak 2017,S:110

[7]Bennigsen, A. – Quelquejay, C. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran 1981, S:65

[8]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:62

[9]Bennigsen, A.A, Wimbush, S.E, Sultan Galiyev ve Sovyetler Birliği’nde Milli Komünizm, İst, Anahtar Kitaplar,1.Baskı, Nisan 1995 S.263-264

[10]Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İst, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, S:63

[11]Bennigsen, A. – Quelquejay, C. Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, İstanbul, Hür Yayın, 1.Baskı, Haziran 1981, S:65-66


Sebîlürreşad Dergisi, Kasım 2017, Sayı: 1022



Amerika’nın komünizm üzerinden oyunları

Bir ülkede, iç savaş veya kargaşa meydana geldiğinde, tarafların kimler olduğundan önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin o bölgedeki çıkarlarını sorgulamak daha mantıklıdır. Bu yöntemle, iç savaş veya kargaşanın yaşandığı ülkede asıl amacın ne olduğunu kestirmek kolaylaşır...

İç savaş veya kargaşanın taraflarına gelince, hepsi türlü vaatlerle, dini kaygılar öne sürülerek kandırılmışlardır. Gerçeği öğrenmek, bunları anlatmak ise burada yaptığımız gibi uzun yıllar alacaktır. 
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin son 65 yılda dünya üzerinde gerçekleştirdikleri eylemleri anlamanın kodları ülkenin tarihinde gizlidir. 
ABD toplumu, hepimizin de bildiği gibi Avrupa kökenlidir. Dar gelen Avrupa kıtası buranın insanlarında yeni coğrafyaları keşfetme hissi uyandırmıştır. Bu keşiflerin başlıca nedeni gıda ve siyasidir. Avrupa’nın Doğu yolları 1453 yılında İstanbul’un fethi ile tıkanır. Bunun ardından artan nüfus ve çeşitli hastalıklar Avrupa’yı perişan eder. Arayış içerisinde olan Avrupalıların, 1492 yılında başlayan Amerika kıtasının işgali sonrası ABD 4 Temmuz 1776’da resmen kuruldu. Ülkenin kuruluşuna kadar, kıtada milyonlarca yerli insanın canına kıydılar. Sömürecek insan kalmayınca bu seferde, Afrika’dan getirdikleri yerlileri köle olarak yıllarca kullandılar, katlettiler. Bu köleler siyah tenli idi, şans eseri ölmeden hayatta kalanların torunları ikinci sınıf vatandaş olarak hâlâ günümüzde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
1860’lı yıllarda başlayan ABD yayılmacılığının öncesinden kısa bir sürece öncesine göz atacak olursak, yıllardır uyguladıkları politikalar konusunda nasıl deneyimli olduklarını görebiliriz. Ülke koca bir iç savaş gördü. 
1861 ile 1865 yılları arasında yaşanan iç savaşta insanlar birbirlerini canice öldürdü. Bu savaşı takiben sınıf savaşları. Siyah tenlilerin özgürlük istekleri bir yana,  işçi sınıfının hareketi ülkenin başına bela olur. İşçi sınıfın hak ve talepleri aslında iç savaş öncesine dayanır. Savaş sonrası işçi sınıfı tekrar hareketlenir. 
İşçi sınıfını savunduğu iddia edilen komünist fikrin öncüsü Karl Marks ilk yazılarını, Amerika’daki işçi sınıfına hitaben kaleme alır. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın kökeni de ABD’ye dayanırken, sendikacılık, işçi dayanışması yine bu ülkede ortaya çıkmıştır. Kendilerini sosyalist olarak gören işçilerin sendikasından sosyal demokrat partiye dönüşüm yaşanır. 1890’da Sosyalist İşçi Partisi, bu parti üyeleri tarafından 1897’de Sosyal Demokrat Parti kurulur. Her iki partinin üyeleri bir araya gelerek, 1901 yılında Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’ni kurar. Birinci Dünya Savaşı başladığında Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’nin üye sayısı 100 bini aşar. Sosyalist Amerikalıların bu davası kolay olmaz, gerçekleştirdikleri birçok grevde ve protestolarda yüzlercesi polis tarafından öldürülür ve tutuklanır. 
Bu partiler, işçileri temsil etmelerinin yanı sıra son evrede baş gösteren dünya savaşına da karşıdır. Birinci Dünya Savaşı adına seferberlik çağrısı yapan ABD hükümeti sosyalistler tarafından protesto da edilir, çeşitli hadiselerde yaşanır. Dönemin ABD hükümeti, savaşın yanı sıra kendi ülkesindeki sosyalistlerle mücadele ederken, 1917 yılında Kasım ayının başlarında Çarlık Rusya’da sosyalist devrim meydana gelir. Çarlık dönemine kadar Rusya’da Jülyen takvimi kullanılmaktaydı. 
Miladi 7 Kasım 1917 tarihinde gerçekleşen sosyalist devrim, Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’ye denk geldiğinden, ülkedeki Çarlık rejiminin devrilmesine Ekim Devrimi denilmektedir. 1919 yılına gelindiğinde, Birleşik Devletler Sosyalist Partisi’ne mensup aşırı sol kanattaki ve taze komünist ülke Sovyetler Birliği hayranı bir grup tarafından yeni bir parti kurulur. 
Parti kurucuları, 30 Ağustos 1919’da gerçekleşen Sosyalist Parti Olağanüstü Kurultayı’nda partiden ihraç edilen isimlerdir. Bu isimler hemen ertesi günü 31 Ağustos 1919 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk komünist partisini kurar. Bu, Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi’dir. Sosyalist Parti içerisinde meydana gelen hizipçilik bitmez, 31 Ağustos’tan bir gün sonra, 1 Eylül 1919 tarihinde II. Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi kurulur. Her iki parti de 2 yıl kadar siyasal yaşamlarına devam eder. İşte bu yıllarda ABD’nin başı iyice ağrır. İşçi sınıfı hareketi, dünya savaşı, sosyalistlerle mücadele derken bu seferde ülkede iki komünist parti kurulmuştur. Bu dönemde yüzlerce ölüm, binlerce tutuklama yaşanır Amerika Birleşik Devletleri’nde. Bunların hepsi ABD hükümetinin eliyle olur. 1921 yılına kadar varlığını sürdüren komünist partiler birleşme hususunda devamlı olarak istişare halinde oldular. Yasal olarak çalışmalarına hükümet tarafından izin verilmediğinden ülkedeki komünistler umutlarını Aralık 1921 yılında kurulan İşçi Partisi’nde bağladılar. Bunda da başarılı olamadılar. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’den Lenin, 2 Ağustos 1921 tarihinde,  “Uluslararası Proletaryaya Çağrı” başlıklı bir bildiri yayınladı. Lenin bildirisinde, tüm dünyadaki işçilere sesleniyor, Sovyet Rusya’ya yardım etmelerini istiyordu. ABD’li komünistler bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve hatırı sayılır para topladılar. 1923 yılında yasadışı Komünist Partisi ile yasal İşçi Partisi birleşerek, önce İşçi Partisi adıyla, daha sonra ABD Komünist Partisi adıyla ve legal biçimde yollarına devam ettiler. 1920’li yıllarda ABD meşhur “Buhranlı Dönem”e (1929-1930) doğru giderken, ülkenin komünistlerinde yıllarca süren fikir ayrılığı, daha yıllarca sürecektir. 
1945’lerde komünistler ABD’de yine bölünür, kimi zaman Lenin’i eleştirirler, fikirleri eskimiş derler, kimi zamanda Karl Marks eleştirilerden nasibini alır. 
Komünistler ülkedeki siyasi çalışmalardan nasıl bir deneyim kazandılar, fayda sağladılar bilinmez. Önümüze düşen bir gerçek var bildiğimiz. ABD yönetimi ülkesindeki iç savaştan ve komünist faaliyetlerden öyle tecrübe sağladı ki, diğer ülkelerin siyasal ve coğrafi şekillenmesinde hep oyun kurucu olmuştur. ABD oyun kuruculuğunu, devlet olarak değil, sivil toplum kuruluşları ve şirketler eliyle yapmıştır. ABD menşeili dernekler ve şirketler oyun kuruculuğa alet edilirken, hedefte olan ülkelerin milli ve manevi duruşlarından da faydalanılmıştır. Sadece Türkiye’yi örnek verecek olursak, 1950’li, 1960’lı, 1970’li yıllara gitmemiz gerekiyor. Ne olmuştu o yıllarda? 1950’li yıllarda, Türkiye’nin kutuplaşmasına zemin hazırlandığı yıllarda diyebiliriz. 
Ülkede sadece din üzerinden ve üzerine komünizm korkusu da eklenerek bizi nasıl ayrıştırdıklarını on yıllar sonra rahatça görebiliyoruz. O dönemin çoğunluğunun saf Müslümanların oluşturduğu gençlerin bu oyunları anlaması yıllar sürmüştür. 1950’li yıllara kadar Türkiye’de okutulan, okunan kitap bilgilerinden haberiniz var mı? Ankara’da işi sadece tercüme olan bürolara sipariş verip kitap çevirtilen bir dönemden bahsediyoruz. Folklor, yani halk bilimine bütçe ayrılıp, Anadolu’daki yerel hikayelerin derleyicilerine telif ücreti ödenirken, bir kişiye bile denmemiş ki; “Dünya ölçeğinde milli ve manevi değerlerimiz üzerine kitap yaz, makale yaz.” Cumhuriyetle beraber yönümüz Batı’da olmuştur. 1950 yılına kadar kapalı toplum olarak yaşadığımızı da söyleyebiliriz. Ve bu dönemde, yine Batı geliyor, bu Batı ki; Amerika Birleşik Devletleri’dir, bize neredeyse İslam’ı yeniden öğretecek. Yanı başımızda komünist bir ülke var o dönem; Sovyetler Birliği’dir bu. 1950’ye kadar olan sürede, 33 yılda, bizler komünist ülke olmak istesek çok kolay şekilde olurduk. 
Burada, not düşmek istiyorum; 1920’li yıllarda, ilk komünist Türklerin panislamist bir yapıda olduklarını da belirtmekte fayda var. Mealen, “Komünizm gelecek, din elden gidecek” türünde sloganlarının üreticileri Amerika’dır. ABD bu dönemde güçlenip palazlanırken, bizler ikinci defa çöküş sürecine giriyorduk. Elbette bu yıllarda yaşanılanları itiraf edenler de var ve gerekçeleri; “Soğuk Savaş” dönemi idi, yapacak bir şey yoktu, o dönemin şartları bunları gerektiriyordu. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi mesela, tamamıyla ABD planı desek yalancı olmayız sanırım. Bu darbeye neden olan Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması mıdır, yoksa Irak’ın yanı sıra komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek isteyişimiz midir? Cumhuriyet sonrası kaç komşu ülke ile ilişkilerimiz iyi oldu sizce? Bu ve bu gibiler soruları kendi kendimize sormamız gerekiyor ki, gelecek nesillere iyi bir ülke bırakalım. 1970’li yıllar; “askeri darbe”, “sağ –sol” ve  “milliyetçi – akıncılar” kavgası. Ne için? Koca bir hiç! Önce Müslüman kimliği üzerinden devrede olan ABD, bu yıllarda milliyetçi kimlik üzerinden devrede. ABD bu yıllarda da Türkiye’de oldukça aktif, devletin istihbarat bütçesini karşılayan kim? CIA! Bunları dile getirirken inanın insanın tüyleri ürperiyor. 
Bizler, içimizde nasıl canavarlık hisleri beslemişiz yıllarca, artık her şey gün gibi ortada. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve sonraki süreci, daha birkaç yıl önceki oyunları ve günümüzde hâlâ devam eden, devam ettirilmeye çalışılan oyunları çok iyi anlamamız gerekiyor. Türkiye’de kimi sol gruplar İngiltere tarafından yönetilirken, yine bu cenahın hiç Amerikalı komünist yoldaşlarından bahsettiğini hiç duydunuz mu? Bir zamanlar başına bela olan komünizmle yıllarca uğraşan Amerika, bu topraklara yine komünizmle girmiştir. 
Kendi iç savaşında edindiği tecrübeyle, Türkiye’de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde iç savaş çıkarmaya çalışmış, kimilerinde başarılı olmuştur. Birlik ve uyanma vaktidir artık. Ayrışmalara ve dış oyunlara izin vermeyelim.

Sebîlürreşad Dergisi, Eylül 2017, Sayı: 1020