5 Eylül 2021 Pazar

Sebilürreşad’dan neden ayrıldım ve kriptonun FETÖ iftiraları!

 

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Ayrıldığı işyeri hakkında konuşanlara ve tavır alanlara kesinlikle karşıyım. Öyle kötü bir hadise yoksa da eski ekmek teknesiyle kişi mutlaka görüşmelidir. Ki, ben zaten öyle yapıyorum. Yakinen tanıyanlar çok iyi bilir beni. Yıllar önce çalıştığım işyerleri bir yana eski mesai arkadaşlarımla hâlâ görüşmeye gayret ederim. Aslında şehir değiştirmemiş olsaydım daha da sık görüşürdüm belki. Diğer yandan şuna da dikkat çekmek isterim: bir işyerinin ticari bilgileri, sırları hep mahremdir. Daima da mahrem kalmalı hem de sonsuza kadar.

Bu metindeki satırların birçoğunu sosyal medyadan yazmıştım. Meselenin daha anlaşılır olması adına paylaşımlarıma yapılan yorumları da ekleyerek ve daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler için metni gercektarih.com.tr üzerinden yayınlamaya karar verdim. Söz konusu tarihi bir dergi olunca sitenin de formatına uyduğunu düşünmekteyim. Az sonra okuyacağınız üzere esasında bu satırlarda tahmin edileceği gibi bir kişisellikte bulunmamaktadır. Kişisel haklara dayandığı için yorumlarda kişi isimlerine yer vermek istemedim. Fakat illa isimleri de öğrenmek isterseniz sosyal medya paylaşımlarımdan bakabilirsiniz. Gelen mesajları da aktarmaya çalıştım bu arada.

O halde başlayalım okumaya:

İki aydır soruyorlardı “neden?” diye. Anlatmaktan yoruldum. Tâ ki, dedikodu üretilmeye başlanınca “tamam” dedim. Netice de altı yıl emek vermişiz.

Fakat şu da var; Âkif’e saygımızdan dolayı susmayı tercih etmiştik ve bir de hukuki zemin üzerinden hareket ediyorduk. Ayrılığa giden süreç her şeyi sorgulamaya başlayınca başladı.

Adeta cihad neferi gibi duran şahsiyet önce başka iş bakmamı söyledi, sonra da ayrıldığımı etrafa duyurmaya başladı. Sosyal medyadan bile bunu yaptı, bilenler bilir. Kayıtlıdır, bütün haklarımı vereceğine dair söz bile verdi. Tahmin edeceğiniz gibi elimize geçen bir şey olmadı. Şaka gibi, neticede “devamsızlık”tan çıkışım yapıldı.

Ardından her zaman yaptığı gibi, ki bu tavrını ben devamlı sorguluyordum, dedikodu yapmaya, asılsız ciddi ithamlarda bulunmaya başladı. Yine de sustum sabır ettim ama bir yere kadar… Helalleşme adına çok girişimlerde bulundum ama nafile…

Hatta yaptığı yanlışları düzeltmesini yoksa bunun hiç iyi olmayacağını yazdığımda bana aynen şu cevabı verdi; “Tipik Adana gazetecileri gibi beni tehdit mi ediyorsun?”

Benim nasıl biri olduğumu herkes bilir. Fakat Adanalı meslektaşlarım adına üzüldüm. Yanıt veremedim zira beni engelledi. En iyi yaptığı iş zaten bu; engellemek!

Şimdi ortalığa, adını bir türlü telaffuz edemediğim bir derneğin başkanı olan, Ömer Faruk isimli gencin üzerinden dedikodular yaymaktadır. Hukuki süreç başladığından fazla detaya giremeyeceğim şimdilik.

Sebilürreşad’ın adının lekelenmemesi adına birilerinin buna dur demesi gerekli. Çevremde bir çok insan Âkif ve Sebilürreşad’ın hatırına susmamı istemişti. Yahu iyi de buradaki Malumatçı Tâhir rahat durmuyor ki!

Ha bir de şu var, şimdi biz buna göz yummazsak, bizi hiçbir mecrada yazdırmayacakmış!

Oldu gözüm!

YORUMLAR:

“Senin yanındayız.”

“Şunu açık açık yaz. ……………’ı kastettiğini. Sana çok söyledik söz dinlemedin.”

“Arife tarif gerekmez.”

“Beynini kullanan insanlar pek sevilmiyor abi. Siz, hadiseleri muhakeme edince kötü oldunuz. O ve onun gibiler koyun gibi adam isterler. “İsabet buyurdunuz, haklısınız, pek doğru dediniz.” gibisinden lafları duymak isterler. Bu zavallılar bilmez ki hak ve hakikat inhisar altına alınamaz. Rızkı verenin Yüce Allah olduğunu da unutan bu sefil güruha acıyoruz. Zikrettiğiniz adam ve onun gibi sözde İslamcı hakikatte eyyamcı olan zalimler kamalistlere rahmet okuttular. Kamalist zalimler insanların ekmeğiyle bu kadar oynamamışlardı. Cenab-ı Allah Aziz ve muallâ vatanımızı, muhterem ve müşfik milletimizi böylelerinden muhâfaza buyursun.”

“Normal MEHMET kardeşim ne bekliyordun”

“Mehmet demek ki sana ihtiyaçları kalmamış ya da senin başarılarından dolayı hazımsızlık oluşmuş. Bence ikinci şık daha önemli. Tabii ki adamlar yollarını ayırırlar. Sebilürreşad denildiği zaman Mehmet ismi ön plana çıkıyor. Kendi isimleri geri planda kaldı. Unutuldu. Ben olsam bende seni kovardım kardeşim bu kadar isim yapma. Adamın ismi esamesi silindi.”

Mehmet Poyraz kardeşim hakkında hayırlısı olsun. Bahse konu cihad neferi şahsın cemayil evvelini biliriz, sade biz mi, çokları bilir de işlerine öyle gelir….”

“Geçmiş olsun. Her şey de bir hayır vardır. Vatandaşa 4 yıl önce yazmış olduğum 30 küsur hat tablonun hesabı mahşere kaldı ve dahi hakkım helal değildir. Tabloları geride vermiyor üstelik!”

Xxx

Söz konusu mekandaki kriptonun fetö mağdurlarından ve fetoşçulardan para söğüşlediği fark edilince iftirası hazır! Neymiş efendim bunu sorgulayanın, “Fetö firarisiyle bağlantısı varmış.”

Hey Allah‘dan korkmaz, dinsiz imansız takiyeci, din istismarcısı ne diyelim sana? Bir de çıkıp dinden imandan bahsetmez misin?

Kaç kişinin kul hakkına girdin?

YORUMLAR:

Mehmet millet kimin ne olduğunu biliyor senin de bildiğini biliyoruz. Sen sakin ol kardeşim rahat ol.”

Adanalı gazetecilere laf eden bu zaat-ı muhtereme biz kibar davranalım… Lafımızın en kibarı ile hitap edelim. Ulen Gavatoğlu gavat sana gavatlık yeter breee…”

“Bu isim tanıdık. ………. Şu meşhur belediye olayında mimlenen arkadaş. FETÖ‘den kapatılan gazetenin Oktay Rıfat‘ı.”

“O zaman gereken yapılmalı.”

“Böylelerine Allah’ın ve tüm lanet edicilerin laneti üzerine olsun. Amin”

MEHMET POYRAZ

mehmetpoyraz01@gmail.com

14 Aralık 2020 Pazartesi

Karabağ’da yapılmaya çalışılan algıya dikkat

 

Karabağ’da ilk Ermeni-Müslüman çatışması Şuşa’da 1905-1906 yıllarında başlamıştır. 30 yıllık savaş Karabağ’ın kalbi ve kültür şehri Şuşa’nın alınmasıyla sonlanmıştır. Böylece şunu da diyebiliriz: Karabağ savaşı başladığı yerde son bulmuştur.

Azerbaycan büyük bir azimle güçlenmesini bilmiş, Karabağ meselesine uluslararası hukuk çerçevesinde yaklaşarak diplomasi yürütmüştür. Bunu yaparken de nezaketi göz ardı etmeyerek, kendi toprağının verilmesini tırnak içinde söylemek gerekirse rica etmiştir. Yıllar boyu Karabağ için yürüttüğü diplomasi takdire şayandır. Sadece diplomasi ile kalmadı Azerbaycan. Özellikle son yıllarda olumlu sonuçlar veren diaspora faaliyetleriyle de dikkat çekmektedir. Karabağ’daki haklılığını uluslararası diplomasiyle anlatırken, diaspora da meselenin anlaşılmasında yardımcı olmuştur. Azerbaycan’ın bölgede barıştan ve huzurdan yana olduğunu az önce belirttiğimiz tespitlerde fark edileceği üzere ortadadır.

Azerbaycan oyun kuruculuğunu kendi yaptığı eylemlerle Batı’ya karşı dik durmaktadır. 100 yıl önce çaresiz bir şekilde Moskova’ya teslim edilen ve 30 yıl önceki bir Azerbaycan yok karşımızda. Bir ülkenin tehdit haline gelmesi için 30 yıl uzun bir zaman dilimi değildir. Bugün güçlü hale gelebilmek adına yıllar boyu bedel ödemiştir Azerbaycan. Bir yandan da Türkiye’nin önemli katkılarını da göz ardı etmiyoruz elbette. 70 yıl boyunca Sovyet Rusya faşizmi altında ezilen bir millet 30 yılda kıyama kalkabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Burada Hocalı Katliamına şahitlik eden bir Ermeni gazetecinin tespitine de yer vermek istiyorum. Katledilen Azerbaycanlıları gördükten sonra şöyle der: “Bu kan için Azerbaycan tarafının, yarınki kuşakların sessiz kalmayacaklarını düşünerek korktum… Bugün Ruslar bizim yanımızda. Ya yarın? Yarın biz yalnız kalabiliriz.”

Yüzyıllardır acısı ve ihtirası yaşanan Kudüs sorunu gibi adeta Kafkasya’nın Kudüs’ü hüviyetine bürünen Karabağ’a, Rus Barış Gücü askerleri ilk adım attığında dışarıya arabulucu gibi izlenim vermekteydi. Teslimiyeti büyük öfke ile karşılayan Ermenileri teselli etmeye çalışan Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın şu açıklaması bize ilk başta tuhaf gelmişti: “Rus Barış Güçleri, Karabağ sakinlerinin güvenliğini sağlayacak ve bu sayede Hankendi ile Erivan arasında iletişim kopmayarak istikrarlı bir güvenlik sağlanacak.” Bu sözleriyle Paşinyan’ın umudunun Rusya olduğunun bariz şekilde anlaşılırken Karabağ’da bugünlerde yaşanılan bir algıya da önceden işaret ettiğini de öne sürebiliriz. Karabağ’a giren Rus askerleri Ermeniler tarafından teşekkür törenleriyle karşılandı. Hatta ilkokullarda düzenlenen törenler de Rusça “Teşekkürler Rusya” pankartı asılarak çocukların ellerine Rus bayrakları dahi verildi. Rus medyası tarafından servis edilen bu tablo sanki işgalci Azerbaycan’da, Ruslar Ermenileri kurtarmaya gelmiş gibi bir algı yaratılmıştır. Bu tabloya karşı Azerbaycan’ında Türkiye’nin de tedbir alması gerekiyor. Zira Ermeni lobisinin ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Rusların sadece biz olacağız ısrarının peşini bırakmamak gerekiyor. Hepimiz biliyoruz ki, Ermenilerin Karabağ, dolayısıyla Azerbaycan topraklarındaki işgali, bölgeye Moskova tarafından konuşlandırılan Kızılordu’nun zırhlı alayının yardımlarıyla gerçekleşmiştir. Tedbirli olmakta fayda var.


MEHMET POYRAZ

1 Aralık 2020 Salı

Kafkasya’daki Rusya-İran Düellosunun Kurbanı: Karabağ

 19. yüzyıla girerken özellikle Doğu’da mühim coğrafî ve sosyolojik değişiklikler meydana gelmiş; günümüze kadar sirayet eden devletlerarası meseleler de aynı yüzyılında başlarında ortaya çıkmıştır. Esas dönüşümün ise ekonomik alanda zuhur ettiği görülür. 16. yüzyıla kadar Batı ülkelerinin ekonomisi Müslüman Doğu’nun tüccarlarına muhtaçtı. Birkaç yüz yıl boyunca Doğu’nun hammaddeye dayalı ekonomisini Haçlı seferleriyle ele geçirmek isteyen ve bunda muvaffak olamayan Batı, açgözlülüğü nedeniyle, Müslüman Doğulular ile ticaret yapmaktan hoşnut sayılmazdı.

Günümüzde Ürdün sınırları içerisinde yer alan Akabe’de Müslümanlar sadece ticarete odaklanırken, alışveriş veya takas için yüzlerce gemiyle buraya gelen Batılıların pek dürüst olduğu söylenemezdi. İşte böyle bir dönemde İstanbul fethedi. Anadolu’ya geçmek ve buradan Asya’ya uzanmak artık mümkün değildi. Hammadde, doğal kaynaklar, özellikle de baharat… Batı bütün bunlara sahip olmak istiyor ama karşılığını ödemek istemiyordu.

Müslümanlarla dürüst ticarete yanaşmayan Avrupalılar, Doğu’nun icat ettiği ve geliştirdiği materyallerle (pusula, dürbün, harita…) sömürecek toprak aramaya başlarlar. Amerika, Afrika ve Asya’nın bir kısmını ele geçirenlerin başında gelen İngiltere, hammaddeye ve birçok ticarî ürüne alın teri dökmeden sahip olduğu gibi bunları diğer Batı ülkelerine satmaya başlar. O sırada Moskova Kinezliği yerine Rus Çarlığı kurulur (1547) ve Ruslar, Altınorda Devleti’nin dağılmasından sonra asırlardır Türklere ait olan kadim topraklarda hüküm süren Kazan Hanlığı’na 1552’de son verir.

Rusların Bizans’ın takipçisi olduğuna inanan Korkunç İvan’ın Fatih Sultan Mehmed’i model alarak inşa ettiği Çarlık Rusya iktisadî açıdan İngilizlerin dikkatini çeker. Çünkü Avrupa ile Türkistan arasında sıkışıp kalmış olan bu yeni devlet idarî yapılanmada, mimaride, askeriyede, kültür-sanatta, din ve hayat tarzında Roma ve Avrupa’yı örnek almaktadır. O dönemde Türkistan’ın snırlı bir bölümüne hükmeden Ruslar, Çarlığın kurulmasından kısa süre sonra kendilerini Hazar Denizi’ne, Kafkasya’ya ve Türkistan’ın tamamına götürecek olan Astarhan’ı da işgal ederler.

16. yüzyılda Türkistanlıların bir kısmı “kafir” ile ticaret yapmamaktadır. Türkistan pazarına bütünüyle hakim olmak isteyen Rusya amacına ulaşmak için birçok strateji geliştirir. O arada ekonomiye yön vermek isteyen İngiltere’nin de planları vardır. İran üzerinden Çin ve Hindistan’a ulaşma gayesiyle İngilizler ve Ruslar 1553 yılında Londra’da Moskova şirketini kurarlar. Bu şirket İran-İngiltere ve Rusya-İngiltere ilişkilerinin miladını oluşturur.

Moskova şirketi sayesinde İngiltere ve Rusya, iki tarafın da hedefinde yer alan Hindistan’a yönelik uzun vadeli stratejik planlar üretirler. Avrupa’ya hiçbir şekilde yanaştırılmayan Rusya’nın gözü Asya’da olup Bizans’ın takipçisi olduğu idiasıyla İstanbul’un fethinin Hindistan’dan geçtiğine inanmaktadır. İngiltere ve Rusya 1700’lü yıllarda Hindistan’ı ele geçirmeyi hedeflese de Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sonrasında Hindistan’ı işgal eden İngiltere olacaktır.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Aralık 2020 Sayısında… 

1 Kasım 2020 Pazar

Kafkasya’nın Kudüs’ü Karabağ

 Rusya’da 1917’deki Ekim Devrimi’nin öncüsü Şubat Devrimi gerçekleştiğinde Batı dünyası dikkatini Kafkasya’ya vermişti. Savaş dönemiydi ve petrol elzemdi. Bakü petrolünü kontrolünde bulunduran ve 1890’ların sonunda sektörde dünya birincisi olan Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleştiğinde Bolşevikler ilk icraat olarak dört yıl süren savaşı bitirme çağrısında bulundu. 8 Kasım 1917’de yayınladıkları barış bildirgesinde savaş halindeki ülkelere hemen savaşa son vermelerini, bırakış imzalamalarını, hiçbir toprak parçasını ilhak etmeden ve savaş tazminatı da ödemeden adil bir barışa varmalarını tavsiye ediyorlardı. Bolşeviklerin bu çağrısını Osmanlı Devleti başta olmak üzere İttifak devletleri memnuniyetle karşılamıştı. İtilaf devletleri ise Rusya yeni bir rejime gittiği için endişeliydi. Rusya savaştan çekiliyordu; Doğu Cephesi’nde Almanlar her an hâkimiyeti ele geçirebilir, Kafkasya tarafı Osmanlı’nın kontrolüne geçebilirdi. Almanya daha Şubat Devrimi’nde Doğu Cephesi’nde hazırlık yapmış, iki milyon askerini buraya yığmıştı. İkinci aşama olarak da Kafkasya’nın kontrol altına alınmasını öngörüyordu. Bunu da Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde gerçekleştirecekti.

Sovyet Rusya ile İttifak devletleri arasındaki barış görüşmeleri 1918’in ilk günlerinde başladı. Kızılların asıl amacı, Sovyet Rusya’yı Troçki ile Karl Radek’in temsil ettiği görüşmeleri sürüncemede bırakmaktı. Brest-Litovsk barış görüşmeleri 1918’in Mart ayında sonuçlandı; Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Sovyet Rusya arasında Brest Litovsk Barış Anlaşması imzalandı. Osmanlı orduları Kafkasya’da rahatlıkla ve sorunsuzca ilerleyebilecekti. Böylece Türklerin Kafkasya’daki varlığının yasal gerekçesi sağlanmış oluyordu.

Görüşmeler sırasında Osmanlı Devleti ısrarla Kafkasya bölgesindeki önemli üç sancağını, yani Batum, Ardahan ve Kars’ı istemiş, amacına da ulaşmıştı. Fakat Bolşevikler “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” şartını öne sürdüler. Buna göre sancakların resmen verilmesini takiben referandum yapılacaktı. Brest-Litovsk görüşmelerinden çıkan karar, tahmin edileceği gibi, bölgeden önemli ölçüde faydalanan İngilizlerin hoşuna gitmemişti. İsveç basınında yer alan bir değerlendirmede, Osmanlı Devleti’nin anlaşmayla kazançlı duruma geldiğine dikkat çekilirken, Bakü petrollerinin kontrolünün Osmanlı’ya geçeceği belirtiliyordu. Sevkiyat açısından önemli bir limana sahip olan Batum’un Türklere geçme ihtimalide İngilizleri endişelendiriyordu: Petrol ve sevkiyatın gerçekleştiği Kafkasya ellerinden çıkmak üzereydi.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Kasım 2020 Sayısında… 

1 Ağustos 2020 Cumartesi

Rusya’nın Ayasofya Şifresi: Fatih Sultan Mehmed

 10. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun etkisiyle Hıristiyanlığa geçen Ruslar yaklaşık 500 yıl boyunca knezlikler halinde Ortodoks olarak hayatlarını sürdürürler. Kiev Metropolitliği üzerinden İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdırlar. İstanbul henüz fethedilmemiştir ama Türklerin ayak sesleri 15 yıl önceden Bizans’ı ve Batı’yı tedirgin etmeye yetmektedir. Sultan Mehmed’in fethe hazırlandığı dönemde, Papa IV. Eugene 1437’de yaptığı çağrıda, Ortodoks Kilisesi’nin kendisine biat etmesi şartıyla, Bizans İmparatorluğu’nu koruma adına Türklere karşı Haçlı Seferi düzenlemeye davet eder Hıristiyanları. Buna göre Moskova ve Bizans kiliselerine bağlı din adamları 1438 ilkbaharında İtalya’nın Ferrara şehrinde bir araya gelecek, Floransa’ya intikal edilerek ekümenik konsil toplanacaktır.

1436’da Bizans İmparatoru VIII. Ioannis tarafından Kiev Metropoliti olarak atanan Grek asıllı İsidor, Rus Kilisesi’ni temsilen 1437 sonbaharının ilk günlerinde Moskova Knezi II. Vasili’ye Ortodoksların çıkarını koruyacağına dair söz vererek 100 kişi ile yola çıkar. Birkaç papaz ve piskopos ile yaklaşık bir yıl süren yolculuktan sonra 18 Ağustos 1438 günü Ferrara’ya ulaşır Metropolit İsidor. Lakin geç kalmıştır. Konsil 9 Nisan günü açılmıştır çünkü. İsidor ve heyetinin gelmesiyle hararetli tartışmalarda başlar. Katolikler Kutsal Ruh’un Baba ve Oğul’dan, Ortodokslar ise sadece Baba’dan geldiğini savunmaktadır. Ferrara’da toplanan konsil 1439 ilkbaharı ortalarında Floransa’ya taşınır. “Kutsal Ruh” meselesine ilişkin tartışmalar burada kaldığı yerden devam eder. Papa’nın Haçlı Seferi çağrısı gölgede kalır gibi olsa da Osmanlı tehlikesi konsil gündeminden düşürülmez. Üç ay süren konsil görüşmeleri Temmuz başlarında son bulur. Karara göre Ortodokslar ve Katolikler Türklere karşı birleşecektir. Moskova Knezliği’ni temsil eden ve Vasili’ye sözler veren Rusların temsilcisi Metropolit İsidor da birleşmeden yanadır. Toplantının ardından üç ay Venedik’te kaldıktan sonra Moskova’ya dönüş yolunda Lehistan, Litvanya ve Töton Şövalyeleri’ne Papa’nın mektubunu da götürür. 1441 Mart’ında Moskova’ya ulaşır. Ne var ki görüşmelerden çıkan kararı aktarınca, Knez Vasili ve din adamları hoşnut olmaz. Metropolit İsidor tutuklanır, yerine Moskovalı din adamı İona getirilir. Devamında Rus Kilisesi, Papa’yı ruhani lider olarak kabul eden İstanbul Ortodoks Kilisesi’nden ayrıldığını duyurur. Ruslara göre İstanbul’daki Bizans Kilisesi inançlarına ihanet etmiştir.

Böylece Türk korkusu nedeniyle kâbuslar gören Bizans İmparatorluğu yalnız kalır. Çöküşe doğru giderken Batı’da asırlarca devam edecek olan dinî tartışmaların da önünü açmıştır.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Ağustos 2020 Sayısında… 

1 Haziran 2020 Pazartesi

Millî Mücadele’de Bolşevik Dönemin İçyüzü-Ankara’nın Yoldaşları

 İstanbul’dan Anadolu’ya Sultan Vahdeddin tarafından gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkışından kısa süre sonra Havza’ya geçti. Burada Sovyet Rusya temsilcileriyle görüşerek gayriresmî de olsa Bolşeviklerle Anadolu’ya yardım hususunda anlaştı. Havza görüşmesi Bolşeviklerle ilk bir araya gelişti. O sırada Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in irtibat halinde olduğu Millî Mücadele kuruluşlarından Karakol Cemiyeti de Bolşeviklerle temas kurmuştu.

Karakol Cemiyeti İttihat ve Terakki’nin gizli istihbarat şubesiydi. Mustafa Kemal’in Havza’daki Sovyet Rusya temsilcileriyle yaptığı görüşmeden kısa süre sonra Temmuz ayında Kırım Bolşevik Doğu İşleri Şubesi’nden bir temsilci İstanbul’a gizlice gelerek Karakol Cemiyeti’nin kurucularından Kara Vasıf Bey’e işbirliği teklifinde bulundu. Temsilci, Kırım ve çevresinde teşkilatlanan Mustafa Suphi’nin çevresindendi. Kendilerinin de topraklarından Fransızları ve İngilizleri atmaya çalıştıklarını ve Türklere yardıma hazır olduklarını da anlatarak iki üye ile birlikte Rusya’ya gelmeleri için davette bulundu. Kara Vasıf Bey bu görüşmeyi Mustafa Kemal Paşa’ya mektupla bildirdi. Ali Fuat Paşa’nın ulaştırdığı mektuba Mustafa Kemal Paşa’nın cevap verip vermediği bilinmiyor.

Bu görüşmeden yaklaşık bir ay sonra Enver Paşa Berlin’de Bolşeviklerin önemli isimlerinden Karl Radek ile bir araya geldi. Lenin’in sağ kolu Radek, Avrupa’da Sovyet Rusya’yı temsil etmekteydi ve Almanya’da sosyalist devrimin gerçekleşmesi için görevlendirilmişti. Radek ve Paşa’nın görüşmesi sonucunda Bolşevik-Müslüman ittifakı ön anlaşması yapıldı. Almanya’nın da desteklediği Enver Paşa, bu anlaşmanın resmiyete dökülmesi için Moskova yolculuğuna hazırlandıysa da 1919 sonbaharında planlanan yolculuk gerçekleşmedi. Pek çok badire atlatan Enver Paşa, ancak 1920’nin ortalarında Moskova’ya ulaşabilecekti.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Haziran 2020 Sayısında… 

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Jihadi Ekber Military Asian Battalion Russian Muslims on the Iraqi Front

The Northern Turks, who fell into camps after being recruited into the tsarist Russian army in World War I, and because of this they heroically fought on the Iraqi front, taking part in the Ottoman army after the declaration of Jihadi Ekber, who remained unknown and formed the Asian battalion, his story was first turned into a book.

 

According to journalist and research writer Mehmet Poyraz, who prepared the book, articles written about them over the course of a century did not cross the fingers of both hands, but in some history textbooks they were just a bet.

The book of the Jihadi Ekber Military Asian Battalion, in which academic sensitivity is not ignored, consists of three chapters based on a chronological classification. Firstly, international events before the formation of the Asian battalion are on the table.

 

The causes of the First World War, the relations of the Ottoman Empire, Germany and Russia, the results of these relations, which will influence the formation of the Asian battalion, are discussed in detail.

It is noteworthy that the camps created especially for Muslim prisoners of war who happened in these camps in Germany and Austria, the visit of opinion leaders such as Mehmet Akif and Abdyurreshid Ibrahim, the publication of newspapers in the camp and the construction of a mosque. The most important of them is the process of creating the Asian battalion.

 

After the first war with the Russian army and the captive adventures that they subsequently experienced, new hopes for soldiers who are very enthusiastic and enthusiastic about the people of the Asian battalion are on their trips to Istanbul, Anatolia, Kerablus and Baghdad.

 

The jihadists of the Asian battalion, who fled from front to front for almost two years, taking part in the Ottoman army and made up the northern Turks from Russian Muslims, are identical to all the rulers of the military profession in every geography to which they are sent.

 

In the book of the Jihadi Ekber Military Asian Battalion, which Mehmet Poyraz has carefully prepared for two years, the Asian Battalion, which is an expression of strict adherence to the jihadist consciousness of Islam, is not hidden. In reverse, he presents this in the light of the hope of the present and the future.

The heroes of the book, whose name is mentioned in the names of Enver Pasha, Talat Pasha, Yusuf Akchura, Hamdullah Sufi Tanriever, Chekip Arslan, Ahmet Agaoglu and Alimjan Idris, and whose subtitle is on the Iraqi front of Russian Muslims in the Syrian and Iraqi territories, you can be sure to read their experiences without breathing.