14 Aralık 2020 Pazartesi

Karabağ’da yapılmaya çalışılan algıya dikkat

 

Karabağ’da ilk Ermeni-Müslüman çatışması Şuşa’da 1905-1906 yıllarında başlamıştır. 30 yıllık savaş Karabağ’ın kalbi ve kültür şehri Şuşa’nın alınmasıyla sonlanmıştır. Böylece şunu da diyebiliriz: Karabağ savaşı başladığı yerde son bulmuştur.

Azerbaycan büyük bir azimle güçlenmesini bilmiş, Karabağ meselesine uluslararası hukuk çerçevesinde yaklaşarak diplomasi yürütmüştür. Bunu yaparken de nezaketi göz ardı etmeyerek, kendi toprağının verilmesini tırnak içinde söylemek gerekirse rica etmiştir. Yıllar boyu Karabağ için yürüttüğü diplomasi takdire şayandır. Sadece diplomasi ile kalmadı Azerbaycan. Özellikle son yıllarda olumlu sonuçlar veren diaspora faaliyetleriyle de dikkat çekmektedir. Karabağ’daki haklılığını uluslararası diplomasiyle anlatırken, diaspora da meselenin anlaşılmasında yardımcı olmuştur. Azerbaycan’ın bölgede barıştan ve huzurdan yana olduğunu az önce belirttiğimiz tespitlerde fark edileceği üzere ortadadır.

Azerbaycan oyun kuruculuğunu kendi yaptığı eylemlerle Batı’ya karşı dik durmaktadır. 100 yıl önce çaresiz bir şekilde Moskova’ya teslim edilen ve 30 yıl önceki bir Azerbaycan yok karşımızda. Bir ülkenin tehdit haline gelmesi için 30 yıl uzun bir zaman dilimi değildir. Bugün güçlü hale gelebilmek adına yıllar boyu bedel ödemiştir Azerbaycan. Bir yandan da Türkiye’nin önemli katkılarını da göz ardı etmiyoruz elbette. 70 yıl boyunca Sovyet Rusya faşizmi altında ezilen bir millet 30 yılda kıyama kalkabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Burada Hocalı Katliamına şahitlik eden bir Ermeni gazetecinin tespitine de yer vermek istiyorum. Katledilen Azerbaycanlıları gördükten sonra şöyle der: “Bu kan için Azerbaycan tarafının, yarınki kuşakların sessiz kalmayacaklarını düşünerek korktum… Bugün Ruslar bizim yanımızda. Ya yarın? Yarın biz yalnız kalabiliriz.”

Yüzyıllardır acısı ve ihtirası yaşanan Kudüs sorunu gibi adeta Kafkasya’nın Kudüs’ü hüviyetine bürünen Karabağ’a, Rus Barış Gücü askerleri ilk adım attığında dışarıya arabulucu gibi izlenim vermekteydi. Teslimiyeti büyük öfke ile karşılayan Ermenileri teselli etmeye çalışan Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın şu açıklaması bize ilk başta tuhaf gelmişti: “Rus Barış Güçleri, Karabağ sakinlerinin güvenliğini sağlayacak ve bu sayede Hankendi ile Erivan arasında iletişim kopmayarak istikrarlı bir güvenlik sağlanacak.” Bu sözleriyle Paşinyan’ın umudunun Rusya olduğunun bariz şekilde anlaşılırken Karabağ’da bugünlerde yaşanılan bir algıya da önceden işaret ettiğini de öne sürebiliriz. Karabağ’a giren Rus askerleri Ermeniler tarafından teşekkür törenleriyle karşılandı. Hatta ilkokullarda düzenlenen törenler de Rusça “Teşekkürler Rusya” pankartı asılarak çocukların ellerine Rus bayrakları dahi verildi. Rus medyası tarafından servis edilen bu tablo sanki işgalci Azerbaycan’da, Ruslar Ermenileri kurtarmaya gelmiş gibi bir algı yaratılmıştır. Bu tabloya karşı Azerbaycan’ında Türkiye’nin de tedbir alması gerekiyor. Zira Ermeni lobisinin ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Rusların sadece biz olacağız ısrarının peşini bırakmamak gerekiyor. Hepimiz biliyoruz ki, Ermenilerin Karabağ, dolayısıyla Azerbaycan topraklarındaki işgali, bölgeye Moskova tarafından konuşlandırılan Kızılordu’nun zırhlı alayının yardımlarıyla gerçekleşmiştir. Tedbirli olmakta fayda var.


MEHMET POYRAZ

1 Aralık 2020 Salı

Kafkasya’daki Rusya-İran Düellosunun Kurbanı: Karabağ

 19. yüzyıla girerken özellikle Doğu’da mühim coğrafî ve sosyolojik değişiklikler meydana gelmiş; günümüze kadar sirayet eden devletlerarası meseleler de aynı yüzyılında başlarında ortaya çıkmıştır. Esas dönüşümün ise ekonomik alanda zuhur ettiği görülür. 16. yüzyıla kadar Batı ülkelerinin ekonomisi Müslüman Doğu’nun tüccarlarına muhtaçtı. Birkaç yüz yıl boyunca Doğu’nun hammaddeye dayalı ekonomisini Haçlı seferleriyle ele geçirmek isteyen ve bunda muvaffak olamayan Batı, açgözlülüğü nedeniyle, Müslüman Doğulular ile ticaret yapmaktan hoşnut sayılmazdı.

Günümüzde Ürdün sınırları içerisinde yer alan Akabe’de Müslümanlar sadece ticarete odaklanırken, alışveriş veya takas için yüzlerce gemiyle buraya gelen Batılıların pek dürüst olduğu söylenemezdi. İşte böyle bir dönemde İstanbul fethedi. Anadolu’ya geçmek ve buradan Asya’ya uzanmak artık mümkün değildi. Hammadde, doğal kaynaklar, özellikle de baharat… Batı bütün bunlara sahip olmak istiyor ama karşılığını ödemek istemiyordu.

Müslümanlarla dürüst ticarete yanaşmayan Avrupalılar, Doğu’nun icat ettiği ve geliştirdiği materyallerle (pusula, dürbün, harita…) sömürecek toprak aramaya başlarlar. Amerika, Afrika ve Asya’nın bir kısmını ele geçirenlerin başında gelen İngiltere, hammaddeye ve birçok ticarî ürüne alın teri dökmeden sahip olduğu gibi bunları diğer Batı ülkelerine satmaya başlar. O sırada Moskova Kinezliği yerine Rus Çarlığı kurulur (1547) ve Ruslar, Altınorda Devleti’nin dağılmasından sonra asırlardır Türklere ait olan kadim topraklarda hüküm süren Kazan Hanlığı’na 1552’de son verir.

Rusların Bizans’ın takipçisi olduğuna inanan Korkunç İvan’ın Fatih Sultan Mehmed’i model alarak inşa ettiği Çarlık Rusya iktisadî açıdan İngilizlerin dikkatini çeker. Çünkü Avrupa ile Türkistan arasında sıkışıp kalmış olan bu yeni devlet idarî yapılanmada, mimaride, askeriyede, kültür-sanatta, din ve hayat tarzında Roma ve Avrupa’yı örnek almaktadır. O dönemde Türkistan’ın snırlı bir bölümüne hükmeden Ruslar, Çarlığın kurulmasından kısa süre sonra kendilerini Hazar Denizi’ne, Kafkasya’ya ve Türkistan’ın tamamına götürecek olan Astarhan’ı da işgal ederler.

16. yüzyılda Türkistanlıların bir kısmı “kafir” ile ticaret yapmamaktadır. Türkistan pazarına bütünüyle hakim olmak isteyen Rusya amacına ulaşmak için birçok strateji geliştirir. O arada ekonomiye yön vermek isteyen İngiltere’nin de planları vardır. İran üzerinden Çin ve Hindistan’a ulaşma gayesiyle İngilizler ve Ruslar 1553 yılında Londra’da Moskova şirketini kurarlar. Bu şirket İran-İngiltere ve Rusya-İngiltere ilişkilerinin miladını oluşturur.

Moskova şirketi sayesinde İngiltere ve Rusya, iki tarafın da hedefinde yer alan Hindistan’a yönelik uzun vadeli stratejik planlar üretirler. Avrupa’ya hiçbir şekilde yanaştırılmayan Rusya’nın gözü Asya’da olup Bizans’ın takipçisi olduğu idiasıyla İstanbul’un fethinin Hindistan’dan geçtiğine inanmaktadır. İngiltere ve Rusya 1700’lü yıllarda Hindistan’ı ele geçirmeyi hedeflese de Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sonrasında Hindistan’ı işgal eden İngiltere olacaktır.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Aralık 2020 Sayısında… 

1 Kasım 2020 Pazar

Kafkasya’nın Kudüs’ü Karabağ

 Rusya’da 1917’deki Ekim Devrimi’nin öncüsü Şubat Devrimi gerçekleştiğinde Batı dünyası dikkatini Kafkasya’ya vermişti. Savaş dönemiydi ve petrol elzemdi. Bakü petrolünü kontrolünde bulunduran ve 1890’ların sonunda sektörde dünya birincisi olan Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleştiğinde Bolşevikler ilk icraat olarak dört yıl süren savaşı bitirme çağrısında bulundu. 8 Kasım 1917’de yayınladıkları barış bildirgesinde savaş halindeki ülkelere hemen savaşa son vermelerini, bırakış imzalamalarını, hiçbir toprak parçasını ilhak etmeden ve savaş tazminatı da ödemeden adil bir barışa varmalarını tavsiye ediyorlardı. Bolşeviklerin bu çağrısını Osmanlı Devleti başta olmak üzere İttifak devletleri memnuniyetle karşılamıştı. İtilaf devletleri ise Rusya yeni bir rejime gittiği için endişeliydi. Rusya savaştan çekiliyordu; Doğu Cephesi’nde Almanlar her an hâkimiyeti ele geçirebilir, Kafkasya tarafı Osmanlı’nın kontrolüne geçebilirdi. Almanya daha Şubat Devrimi’nde Doğu Cephesi’nde hazırlık yapmış, iki milyon askerini buraya yığmıştı. İkinci aşama olarak da Kafkasya’nın kontrol altına alınmasını öngörüyordu. Bunu da Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde gerçekleştirecekti.

Sovyet Rusya ile İttifak devletleri arasındaki barış görüşmeleri 1918’in ilk günlerinde başladı. Kızılların asıl amacı, Sovyet Rusya’yı Troçki ile Karl Radek’in temsil ettiği görüşmeleri sürüncemede bırakmaktı. Brest-Litovsk barış görüşmeleri 1918’in Mart ayında sonuçlandı; Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Sovyet Rusya arasında Brest Litovsk Barış Anlaşması imzalandı. Osmanlı orduları Kafkasya’da rahatlıkla ve sorunsuzca ilerleyebilecekti. Böylece Türklerin Kafkasya’daki varlığının yasal gerekçesi sağlanmış oluyordu.

Görüşmeler sırasında Osmanlı Devleti ısrarla Kafkasya bölgesindeki önemli üç sancağını, yani Batum, Ardahan ve Kars’ı istemiş, amacına da ulaşmıştı. Fakat Bolşevikler “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” şartını öne sürdüler. Buna göre sancakların resmen verilmesini takiben referandum yapılacaktı. Brest-Litovsk görüşmelerinden çıkan karar, tahmin edileceği gibi, bölgeden önemli ölçüde faydalanan İngilizlerin hoşuna gitmemişti. İsveç basınında yer alan bir değerlendirmede, Osmanlı Devleti’nin anlaşmayla kazançlı duruma geldiğine dikkat çekilirken, Bakü petrollerinin kontrolünün Osmanlı’ya geçeceği belirtiliyordu. Sevkiyat açısından önemli bir limana sahip olan Batum’un Türklere geçme ihtimalide İngilizleri endişelendiriyordu: Petrol ve sevkiyatın gerçekleştiği Kafkasya ellerinden çıkmak üzereydi.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Kasım 2020 Sayısında… 

1 Ağustos 2020 Cumartesi

Rusya’nın Ayasofya Şifresi: Fatih Sultan Mehmed

 10. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun etkisiyle Hıristiyanlığa geçen Ruslar yaklaşık 500 yıl boyunca knezlikler halinde Ortodoks olarak hayatlarını sürdürürler. Kiev Metropolitliği üzerinden İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdırlar. İstanbul henüz fethedilmemiştir ama Türklerin ayak sesleri 15 yıl önceden Bizans’ı ve Batı’yı tedirgin etmeye yetmektedir. Sultan Mehmed’in fethe hazırlandığı dönemde, Papa IV. Eugene 1437’de yaptığı çağrıda, Ortodoks Kilisesi’nin kendisine biat etmesi şartıyla, Bizans İmparatorluğu’nu koruma adına Türklere karşı Haçlı Seferi düzenlemeye davet eder Hıristiyanları. Buna göre Moskova ve Bizans kiliselerine bağlı din adamları 1438 ilkbaharında İtalya’nın Ferrara şehrinde bir araya gelecek, Floransa’ya intikal edilerek ekümenik konsil toplanacaktır.

1436’da Bizans İmparatoru VIII. Ioannis tarafından Kiev Metropoliti olarak atanan Grek asıllı İsidor, Rus Kilisesi’ni temsilen 1437 sonbaharının ilk günlerinde Moskova Knezi II. Vasili’ye Ortodoksların çıkarını koruyacağına dair söz vererek 100 kişi ile yola çıkar. Birkaç papaz ve piskopos ile yaklaşık bir yıl süren yolculuktan sonra 18 Ağustos 1438 günü Ferrara’ya ulaşır Metropolit İsidor. Lakin geç kalmıştır. Konsil 9 Nisan günü açılmıştır çünkü. İsidor ve heyetinin gelmesiyle hararetli tartışmalarda başlar. Katolikler Kutsal Ruh’un Baba ve Oğul’dan, Ortodokslar ise sadece Baba’dan geldiğini savunmaktadır. Ferrara’da toplanan konsil 1439 ilkbaharı ortalarında Floransa’ya taşınır. “Kutsal Ruh” meselesine ilişkin tartışmalar burada kaldığı yerden devam eder. Papa’nın Haçlı Seferi çağrısı gölgede kalır gibi olsa da Osmanlı tehlikesi konsil gündeminden düşürülmez. Üç ay süren konsil görüşmeleri Temmuz başlarında son bulur. Karara göre Ortodokslar ve Katolikler Türklere karşı birleşecektir. Moskova Knezliği’ni temsil eden ve Vasili’ye sözler veren Rusların temsilcisi Metropolit İsidor da birleşmeden yanadır. Toplantının ardından üç ay Venedik’te kaldıktan sonra Moskova’ya dönüş yolunda Lehistan, Litvanya ve Töton Şövalyeleri’ne Papa’nın mektubunu da götürür. 1441 Mart’ında Moskova’ya ulaşır. Ne var ki görüşmelerden çıkan kararı aktarınca, Knez Vasili ve din adamları hoşnut olmaz. Metropolit İsidor tutuklanır, yerine Moskovalı din adamı İona getirilir. Devamında Rus Kilisesi, Papa’yı ruhani lider olarak kabul eden İstanbul Ortodoks Kilisesi’nden ayrıldığını duyurur. Ruslara göre İstanbul’daki Bizans Kilisesi inançlarına ihanet etmiştir.

Böylece Türk korkusu nedeniyle kâbuslar gören Bizans İmparatorluğu yalnız kalır. Çöküşe doğru giderken Batı’da asırlarca devam edecek olan dinî tartışmaların da önünü açmıştır.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Ağustos 2020 Sayısında… 

1 Haziran 2020 Pazartesi

Millî Mücadele’de Bolşevik Dönemin İçyüzü-Ankara’nın Yoldaşları

 İstanbul’dan Anadolu’ya Sultan Vahdeddin tarafından gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkışından kısa süre sonra Havza’ya geçti. Burada Sovyet Rusya temsilcileriyle görüşerek gayriresmî de olsa Bolşeviklerle Anadolu’ya yardım hususunda anlaştı. Havza görüşmesi Bolşeviklerle ilk bir araya gelişti. O sırada Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in irtibat halinde olduğu Millî Mücadele kuruluşlarından Karakol Cemiyeti de Bolşeviklerle temas kurmuştu.

Karakol Cemiyeti İttihat ve Terakki’nin gizli istihbarat şubesiydi. Mustafa Kemal’in Havza’daki Sovyet Rusya temsilcileriyle yaptığı görüşmeden kısa süre sonra Temmuz ayında Kırım Bolşevik Doğu İşleri Şubesi’nden bir temsilci İstanbul’a gizlice gelerek Karakol Cemiyeti’nin kurucularından Kara Vasıf Bey’e işbirliği teklifinde bulundu. Temsilci, Kırım ve çevresinde teşkilatlanan Mustafa Suphi’nin çevresindendi. Kendilerinin de topraklarından Fransızları ve İngilizleri atmaya çalıştıklarını ve Türklere yardıma hazır olduklarını da anlatarak iki üye ile birlikte Rusya’ya gelmeleri için davette bulundu. Kara Vasıf Bey bu görüşmeyi Mustafa Kemal Paşa’ya mektupla bildirdi. Ali Fuat Paşa’nın ulaştırdığı mektuba Mustafa Kemal Paşa’nın cevap verip vermediği bilinmiyor.

Bu görüşmeden yaklaşık bir ay sonra Enver Paşa Berlin’de Bolşeviklerin önemli isimlerinden Karl Radek ile bir araya geldi. Lenin’in sağ kolu Radek, Avrupa’da Sovyet Rusya’yı temsil etmekteydi ve Almanya’da sosyalist devrimin gerçekleşmesi için görevlendirilmişti. Radek ve Paşa’nın görüşmesi sonucunda Bolşevik-Müslüman ittifakı ön anlaşması yapıldı. Almanya’nın da desteklediği Enver Paşa, bu anlaşmanın resmiyete dökülmesi için Moskova yolculuğuna hazırlandıysa da 1919 sonbaharında planlanan yolculuk gerçekleşmedi. Pek çok badire atlatan Enver Paşa, ancak 1920’nin ortalarında Moskova’ya ulaşabilecekti.

MEHMET POYRAZ

Devamı Derin Tarih Haziran 2020 Sayısında… 

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Jihadi Ekber Military Asian Battalion Russian Muslims on the Iraqi Front

The Northern Turks, who fell into camps after being recruited into the tsarist Russian army in World War I, and because of this they heroically fought on the Iraqi front, taking part in the Ottoman army after the declaration of Jihadi Ekber, who remained unknown and formed the Asian battalion, his story was first turned into a book.

 

According to journalist and research writer Mehmet Poyraz, who prepared the book, articles written about them over the course of a century did not cross the fingers of both hands, but in some history textbooks they were just a bet.

The book of the Jihadi Ekber Military Asian Battalion, in which academic sensitivity is not ignored, consists of three chapters based on a chronological classification. Firstly, international events before the formation of the Asian battalion are on the table.

 

The causes of the First World War, the relations of the Ottoman Empire, Germany and Russia, the results of these relations, which will influence the formation of the Asian battalion, are discussed in detail.

It is noteworthy that the camps created especially for Muslim prisoners of war who happened in these camps in Germany and Austria, the visit of opinion leaders such as Mehmet Akif and Abdyurreshid Ibrahim, the publication of newspapers in the camp and the construction of a mosque. The most important of them is the process of creating the Asian battalion.

 

After the first war with the Russian army and the captive adventures that they subsequently experienced, new hopes for soldiers who are very enthusiastic and enthusiastic about the people of the Asian battalion are on their trips to Istanbul, Anatolia, Kerablus and Baghdad.

 

The jihadists of the Asian battalion, who fled from front to front for almost two years, taking part in the Ottoman army and made up the northern Turks from Russian Muslims, are identical to all the rulers of the military profession in every geography to which they are sent.

 

In the book of the Jihadi Ekber Military Asian Battalion, which Mehmet Poyraz has carefully prepared for two years, the Asian Battalion, which is an expression of strict adherence to the jihadist consciousness of Islam, is not hidden. In reverse, he presents this in the light of the hope of the present and the future.

The heroes of the book, whose name is mentioned in the names of Enver Pasha, Talat Pasha, Yusuf Akchura, Hamdullah Sufi Tanriever, Chekip Arslan, Ahmet Agaoglu and Alimjan Idris, and whose subtitle is on the Iraqi front of Russian Muslims in the Syrian and Iraqi territories, you can be sure to read their experiences without breathing.






Военный Азиатский Батальон Джихади Экбер Российские мусульмане на иракском фронте

Северные тюрки, которые попали в лагеря после того, как были завербованы в царскую российскую армию в Первой мировой войне, а после они героически сражались на иракском фронте на стороне османской армии, сформировав азиатский батальон. Этот исторический факт долгое время оставался неизвестным. А сейчас впервые была превращена в книгу.

 

По словам журналиста и писателя-исследователя Мехмета Пойраза, который подготовил книгу, статьи написанные об этом батальоне в течение столетия не превышает несколько статей, а в некоторых учебниках истории о них упоминается очень кратко.

Книга Военного азиатского батальона Джихади Экбер, которая написана в рамках академической этики состоит из трех глав в хронологическом порядке. В первой части описывается международное положение до формирования Азиатского батальона.

 

Причины Первой мировой войны, отношения Османской империи, Германии и России, результаты этих отношений, которые будут влиять на формирование Азиатского батальона, подробно описываются в первой главе. Примечательно, что лагеря, созданные специально для военнопленных мусульманских солдат, что произошло в этих лагерях в Германии и Австрии, визит таких лидеров как Мехмет Акиф и Абдурешид Ибрагим, публикация газет в лагере и строительство мечети. Важнейшим из них является процесс создания Азиатского батальона.

 

После первой войны с русской армией и приключений в неволе, которые они испытали в лагерях. Новой надеждой для солдат, которые с большим энтузиазмом  относятся к созданию Азиатского батальона, становится их поездка в Стамбул, Анатолию, Кераблус и Багдад.

 

Солдаты Азиатского батальона, которые в течение почти двух лет переходили с фронта на фронт, принимая участие в боевых действиях на стороне османской армии и составляли батальон северных тюрок из российских мусульман.

 

В книге Военного азиатского батальона Джихади Экбер, над которой Мехмет Пойраз тщательно работал в течение двух лет, не скрывается джихадитская сторона Азиатского батальона, которая является выражением строгой приверженности джихадистскому сознанию ислама. Наряду с этим он представляет это в свете надежды сегодняшнего и будущего.

 

В книге упоминается  имена таких известных личностей того периода  Энвер-паши, Талата-паши, Юсуфа Акчуры, Хамдуллы Суфи Танриёвера, Чекипа Арслана, Ахмета Агаоглу и Алимджана Идриса. Которые участвовали в боевых действиях на Иракском фронте, также участие на этих фронтах мусульман российской империи.  Надеемся что вы прочитаете эту книгу с удовольствием.







1 Mayıs 2020 Cuma

Ahmet Bey Ağaoğlu Azerbaycan'ı uyandırmıştı!

Ahmet Bey Ağaoğlu'nun hayatında Mayıs ayının ayrı bir yeri var. Bu ayda Malta'ya sürgüne gönderildi, sürgünden döndü ve 19 Mayıs 1939 günü hakkın rahmetine kavuştu. Günümüz Azerbaycan devletinin de oluşmasına katkı sunan Ağaoğlu Avrupa'ya ilk tahsile giden Azerbaycanlıdır ve Rusya Müslümanları kongrelerinin de ilk fikir sahiplerindendir. Özellikle Cemaleddin Efgani, Abdürreşid İbrahim ve İsmail Gaspıralı, Ağaoğlu'nun fikir dünyasını şekillendirmiştir...


Azerbaycanlıların uyandırılması gerektiğini daha ortaokul öğrencisiyken farkına varan Ahmet Bey Ağaoğlu bu uğurda vereceği mücadelenin fitilini 1900’lerin başında Bakü’de “Neşr-i Maarif Umur-ı Hayriye Cemiyeti İslamiye” derneğini kurarak ateşler.

Derneğin başkanı Zeynelabidin Tagiyev’dir. Zengin bir işadamı olan Tagiyev, Ağaoğlu ve arkadaşlarının yaptıkları uyanış hareketinin her safhasında yer alıyor, önemli maddi desteklerde bulunuyordu. Rusya’daki Müslümanların yararlanabileceği Kur’an-ı Kerim tercümeleri o dönem bulunmadığından, Keşfü’l Hakayık adıyla Türkçe tefsir yazdıran Tagiyev, İstanbul’a müderris yollamış, yardım talebinde bulunmuştur.

Ahmet Bey Ağaoğlu, Ali Bey Hüseyinzade, Ali Merdan Topçubaşı ve İsmail Gaspıralı’nın çalışmalarıyla, dil olarak Türkçeye, siyasi olarak Rusya’ya ve inanç olarak da İran’a bağlı olan Azerbaycanlılar gerçek kimliklerine sahip olmaya başlamışlardır.

Özellikle Ağaoğlu ve Hüseyinzade Osmanlılarla kültür birliğini açık bir şekilde savunmuş, Azerbaycanlıların gerçekten kim olduklarını bulmalarında önemli çalışmalar yapmışlardır. İkili hakkında Rus tarafı da boş durmamış, mealen: “Bunları İttihatçılar Turan İmparatorluğu için kullanıyorlar” demişlerdir.

Zaten Ruslar kimliğini arayan ve bunu isteyen Müslüman vatandaşlarına ya “Pantürkist” demiştir, ya da “Panislamist!”


MEHMET POYRAZ

SEBİLÜRREŞAD DERGİSİ MAYIS 2020 SAYI: 1052


Yazının tamamını okumak için...



Sultan Galiyev gerçeği

Zeki Velidi Togan’ın ifadesiyle, “Millî komünizm akımının başlatıcısı, Asya’daki Müslüman Türkleri federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla tanınan Kazanlı Türk düşünce ve siyaset adamı” Mir Said Sultan Galiyev’e, bu tanıma gelinceye kadar hangi hüviyetler yakıştırılmadı ki: 
Milli komünist, komünist, Turancı, Türkçü, milliyetçi… Kimi milliyetçiler Bolşevik işbirliğinden dolayı kabul etmediler Galiyev’i, kimi solcular da Stalin’e ve Sovyet Rusya’ya sözde ihanetinden dolayı. Peki, Galiyev’in mücadelesi ve ideali ne olacak? Bu kimlik erozyonundan sağ çıkabilecek mi? Avrasya alternatifi uğruna Lenin ve Stalin’le işbirliğinden “milliyetçi miydi, İslamcı mı” tartışmalarına, 80 küsur yıl önce Doğucu düşüncelerle harmanlayacağı Sosyalizm’i başta Müslüman ülkeler olmak üzere sömürgeleştirilen mazlumların coğrafyasına ihraç etme hayalinden idamına… 
İşte özetle, Sultan Galiyev’in hayatı:
13 Temmuz 1882’de, günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde yer alan Özerk Başkurdistan’ın Ufa şehrine bağlı Kırımsakalı kasabasının Elimbetova köyünde öğretmen bir babanın oğlu olarak gözlerini açtı dünyaya. İdil-Ural sahasında yer alan bu topraklarda, dönemin öğretmenleri aynı zamanda köyün sağlık ve hukuk danışmanı, kimi zaman da cami imamıydı; üstelik devlet tarafından ödenen bir maaşları da yoktu. Köylülerin, mahalle sakinlerinin topladığı paralarla geçimlerini sağlıyorlardı. Hâsılı fakir bir aileye doğdu Sultan Galiyev. Dinî bilgilerden Rusçaya, birçok farklı konuda ilk eğitimini babasından aldı.

MEHMET POYRAZ
DERİN TARİH DERGİSİ MAYIS 2020 SAYI: 98

2 Mart 2020 Pazartesi

Esir kamplarında Cihada teşvik

1.Dünya Savaşı patlak verdiğinde yüz binlerce Rusya Müslümanı gönülsüz de olsa Çarlık Rusya ordusunda yer almış, daha doğrusu buna zorlanmıştı. Tebaası oldukları ülkenin Osmanlı’ya karşı savaştığını biliyorlardı. Çar rejiminin Osmanlı cephelerinde savaşmayacaklarını belirtmesi onları yatıştırabilmişti.
Almanlarla savaşın başlaması yüzbinlerce Rus askerinin esir düşmesine yol açar. Büyük kısmı Rusya Müslümanlarıdır ve çoğu kendiliğinden teslim olmuştur. Şunu da ekleyelim: Almanlara esir düşer düşmez yetkililere, Osmanlı tarafında savaşmak istediğini söyleyen binlerce Müslüman olmuştur. Bu haberi İstanbul’a bildiren Berlin memnundur. Vaziyeti öğrenen Enver Paşa da Almanya’nın memnuniyetine ortak olur.1 Sonuçta orduya takviye bir kuvvet gelecektir.
Almanların yıllardır süren projeleri gereği Müslümanlarla iyi ilişkiler kurulması gerekiyordu. Rus, İngiliz ve Fransız ordularından esir düşen Müslüman askerlere dahi iyi muamele edilecek, evlerindeymişler gibi ilgi gösterilecekti. 30 Ağustos 1914’te İstanbul elçisi Wan genheim tarafından Alman Dışişlerine çekilen telgrafta esir düşen Müslümanlar hususunda tavsiyeler bildirilir. Kendisine ilham veren kişi ise Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi, İttihat ve Terakki çevresinden Şekip Arslan’dır. Wangenheim ile yaptığı görüşmede esir Müslümanların İstanbul’a, halifenin yanına gönderilmesinin İslam dünyasında coşkuyla karşılanacağını söyleyen Arslan, bunun şimdiye kadar yapılan propagandalardan daha olumlu sonuç vereceğini belirtmiştir.2 14 Kasım 1914 günü İstanbul’da Cihad-ı Ekber ilan edilince Şekip Arslan’ın arzusu da, Almanların isteği de gerçekleşir. Payitahtta bayram havası vardır. Zira Alman esir kamplarında tutulan farklı ülkelerin tebaasından Müslümanlar getirilmiş, dünyaya Müslümanların birlik olduğu mesajı verilmiştir.

MEHMET POYRAZ
DERİN TARİH DERGİSİ MART 2020 SAYI: 96